|
|
|
|
Sevgi
Masumi
Toyotome diye bir Japon yazmiş. Dünyada sevilmek istemeyen kişi
yok gibidir diye başliyor. Ama sevgi nedir, nerede bulunur,
biliyor muyuz diye soruyor. Sonra anlatmaya başliyor: Sevgi
üç türlüdür. Birincinin adi "Eger" türü sevgi. Belli
beklentileri karşilarsak bize verilecek sevgiye bu adi takmisyazar.
Örnekler veriyor: eger iyi olursan baban, annen seni sever.
Eger başarili ve önemli kişi olursan, seni severim. Eger esolarak
benim beklentilerimi karşilarsan seni severim. Toyotome en çok
rastlanan sevgi türü budur diyor. Bir şarta bagli sevgi. Karşilik
bekleyen sevgi. Sevenini, istedigi bir şeyin saglanmasi karşiligi
olarak vaat edilen bir sevgi türüdür bu diyor yazar. Nedeni
ve şekli bakimindan bencildir. Amaci sevgi karşiligi bir şey
kazanmaktir. Yazara göre evliliklerin pek çogu "Eger"
türü sevgi üzerine kuruldugu için çabuk yikiliyor. Gençler birbirlerinin
o anki gerçek hallerine degil, hayallerindeki abartilmisromantik
görüntüsüne aşik oluyor ve beklentilere giriyorlar. Beklentiler
gerçekleşmediginde, düskirikliklari başliyor. Sevgi nefrete
dönüşüyor. En saf olmasi gereken anne baba sevgisinde bile "Eger"
türüne rastlaniyor. Yazar bir örnek veriyor. Bir genç Tokyo
Üniversitesi girissinavlarini kazanarak babasini mutlu etmek
için çok çalişiyor. Okul dişinda hazirlama kurslarina da gidiyor.
Ama başarili olamiyor. Babasinin yüzüne bakacak hali yok. Üzüntüsünü
hafifletmek için bir haftaligina Hakone kaplicalarina gidiyor.
Eve döndügünde babasi öfkeyle sinavlari kazanamadin. Bir de
utanmadan Hakone'ye gittin? diye bagiriyor. Delikanli "Ama
baba vaktiyle sende bir ara kendini iyi hissetmediginde Hakone
kaplicalarina gittigini anlatmiştin diyor. Baba daha çok kizarak
delikanliyi tokatliyor. Çocuk da intihar ediyor. Gazeteler intiharin
anlik bir sinir krizi sonucu oldugunu söylediler, yaniliyorlardi
diyor yazar. Delikanli babasinin kendisine olan sevgisinin yüksek
düzeydeki beklentilerine bagli oldugunu anlamişti. Insanlar
"Eger" türü sevginin üstünde bir sevgi arayişi içindeler
aslinda. Bu sevginin varligini ve nerede aranmasi gerektigini
bilmek bu genç adamin yaptigi gibi yaşami sürdürmekle ondan
vazgeçmek arasinda bir tercih yapmakla karşi karşiya kaldigimizda
önemli rol oynayabilir diyor Masumi Toyotome. Ilginç degil mi.
Ikinci türe geçiyoruz. "Çünkü" türü sevgi. Toyotome
bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor: Bu tür sevgide kişi bir şey
oldugu, bir şeye sahip oldugu ya da bir şey yaptigi için sevilir.
Başka birinin onu sevmesi, sahip oldugu bir nitelige ya da koşula
baglidir. Örnek mi? Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin (Yakişiklisin).
Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar
ünlüsün ki. Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven veriyorsun
ki. Seni seviyorum. Çünkü beni üstü açik arabanla, o kadar romantik
yerlere götürüyorsun ki. Yazar, Çünkü türü sevginin Eger türü
sevgiye tercih edilecegini anlatiyor. Eger türü sevgi bir beklenti
koşuluna bagli oldugundan büyük ve agir bir yük haline gelebilir.
Oysa zaten sahip oldugumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz hosbir
şeydir egomuzu okşar. Bu tür oldugumuz gibi sevilmektir. Insanlar
olduklari gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi onlara
yük getirmedigi için rahatlaticidir. Ama derin düşünürseniz,
bu türün Eger türünden temelde pek farkli olmadigini görürsünüz.
Kaldi ki bu tür sevgi de, yükler getirir insana. Insanlar hep
daha çok insan tarafindan sevilmek isterler. Hayranlarina yenilerini
eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere onlardan biraz
daha fazla sahip biri ortaya çiktigi zaman, sevenlerinin, artik
ötekini sevmeye başlayacagindan korkarlar. Böylece yaşama sonsuz
sevgi kazanma gayretkeşligi ve rekabet girer. Ailenin en küçük
kizi yeni dogan bebege içerler. Sinifinin en güzel kizi, yeni
gelen kiza içerler. Üstü açik BMW'si ile hava atan delikanli,
Ferrari ile gelene içerler. Evli kadin kocasinin genç ve güzel
sekreterine içerler. O zaman bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir
mi diye soruyor Toyotome. Çünkü türü sevgi de, gerçek ve saglam
sevgi olamaz diyor. Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin
iki ayri nedeni daha var. Birincisi acaba bizi seven kişinin
düşündügü kişi miyiz korkusu. Tüm insanlarin iki yani vardir.
Biri dişa gösterdikleri öteki yalnizca kendilerinin bildigi.
Insanlar sandiklari kişi olmadigimizi anlar ve bizi terk ederlerse
korkusu buradan dogar. Ikincisi de ya günün birinde degişirsem
ve insanlar beni sevmez olurlarsa endişesidir. Japonya'da bir
temizleyicide çalişan dünya güzeli kizin yüzü patlayan kazanla
parçalanmiş. Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlisi nişana
bozup onu terk etmiş. Daha acisi ayni kentte oturan anne ve
babasi, hastaneye ziyarete bile gelmemişler, artik çirkin olan
kizlarini. Sahip oldugu sevgi, sahip oldugu güzellik temeli
üstüne bina edilmisoldugundan bir günde olmuş. Güzellik kalmayinca
sevgi de kalmamiş. Kiz birkaç ay sonra kahrindan ölmüş... Japon
yazar toplumlardaki sevgilerin çogu "Çünkü" türündendir
ve bu tür sevgi, kaliciligi konusunda insani hep kuşkuya düşürür
diyor. Peki o zaman, gerçek sevgi, güvenilecek sevgi ne? Ve
işte sevgilerin en gerçegi. Üçüncü tür sevgi benim "Ragmen"
diye adlandirdigim türdür diyor yazar. Bir koşula bagli olmadigi
için ve karşiliginda bir şey beklenmedigi için? Eger türü sevgiden
farkli bu. Sevilen kişinin çekici bir niteligine dayanip böyle
bir şeyin varligini esas olarak almadigi için Çünkü türü sevgi
de degil. Bu üçüncü tür sevgide, insan Bir şey oldugu için degil,
Bir şey olmasina ragmen sevilir. Güzellige bakar misiniz. Ragmen
sevgi. Esmeralda, Quasimodo'yu dünyanin en çirkin, en korkunç
kamburu olmasina Ragmen sever. Asil, yakişikli, zengin delikanli
da Esmeralda'ya çingene olmasina ragmen tapar. Kişi dünyanin
en çirkin, en zavalli, en sefil insani olabilir. Bunlara ragmen
sevilebilir. Tabii bu sevgiyle karşilanmasi şarti ile. Burada
insanin, iyi, çekici ya da zengin konum edinerek sevgiyi kazanmasi
gerekmiyor. Kusurlarina, cahilligine, kötü huylarina ya da kötü
geçmişine ragmen oldugu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle
çok degersiz biri gibi görünebiliyor ama en degerli gibi sevilebiliyor.
Japon yazar yüreklerin en çok susadigi sevgi budur diyor. Farkinda
olsaniz da, olmasaniz da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek,
giysi, ev, aile, zenginlik, başari ya da ünden daha önemlidir.
Bunun böyle oldugundan nasil emin olursunuz? Hakli oldugunu
kanitlamak için sizi bir teste davet ediyor. Şu soruma cevap
verin diyor. Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size
aldirmadigini ve hiç kimsenin sizi sevmedigini düşünseydiniz,
yiyecek, elbise, ev, aile, zenginlik, başari ve üne olan ilginizi
yitirmez miydiniz? Kendi kendinize yaşamamin ne yarari var diye
sormaz miydiniz? Devam ediyor Toyotome: Şu anda en sevdiginiz
kişinin sizi sadece kendi çikari için sevdigini anladiginizi
bir düşünün. Dünya birden bire başinizin üstüne çökmez miydi.
O an yaşam size anlamsiz gelmez miydi? Diyelim siradan bir yaşaminiz
var. Günlük yaşiyorsunuz. Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu
bir sevgi bulacaginizdan umudunuz olmasa, kalan hayatinizi nasil
yaşardiniz? diye soruyor ve yanitliyor: Öyleleri ya iyice umutsuzluga
kapilip intihar ediyorlar ya da iyice dagitip yaşayan ölü haline
geliyorlar. Toyotome, hem de nasil iddiali savunuyor Ragmen
sevgiyi. Bugün yaşaminizi sürdürebilmenizin nedeni Ragmen türü
sevgiyi şu anda yaşamaniz ya da bir gün bu sevgiyi bulacaginiza
inancinizdir. Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome. Bugün
yaşadigimiz toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor.
Çünkü herkesin sevgiye ihtiyaci var. Kimsede başkasina verecek
fazlasi yok? diye açikliyor. Anlatiyor: Yakinimizda olan birinin
bu sevgiyi bize vermesini bekleriz. Ama o da ayni şeyi başkasindan
beklemektedir. Peki bu dünyada sevgi ne kadar var. Yazara göre,
açligimizi biraz bastiracak kadar. Ve de yemek öncesi tadimlik
gelen iştah açicilar gibi. Bu minnacik tadim, bizi daha müthisbir
sevgi açligina tahrik ve teşvik ediyor. Bu minnacik tadim sevgiye
ne kadar muhtaç oldugumuzu anlatiyor. Büyük bir hirsla ana yemegin
gelmesini ve bizi doyurmasini bekliyoruz. Hani nerede? Hepsi
o. Ve asil çarpici cümle en sonda. DÜNYADAKI
EN BÜYÜK KITLIK, RAGMEN TÜRÜ SEVGININ YETERINCE OLMAYISIDIR.
IYI DÜŞÜNÜN.......... Bu yilinizi iyi geçirdiniz mi?
Saglikli oldugunuz için hiç sevindiniz mi? Bu yil hiç gün işigi
ile uyandiniz mi? Kaç kez güneşin doguşunu izlediniz? Bir neden
yokken kaç kişiye hediye aldiniz? Kaç sabah yolda bir kediyi
okşadiniz? Bu yil yeni dogmusbir bebek parmaginizi sikica tuttu
mu hiç? Ve siz onu hiç kokladiniz mi? Yaz gecelerinde ne çok
yildiz olduguna hiç şaşirdiniz mi? Kendinize bu yil kaç oyuncak
aldiniz? Kaç kez gözlerinizden yasgelinceye kadar güldünüz?
Yaşli bir agaca sarildiniz mi bu yil? Çimlere uzandiginiz oldu
mu? Çocuklugunuzdan kalan bir şarkiyi söylediniz mi hiç? Hiç
taskaydirdiniz mi bu yil? Kaç kez kuşlara yem attiniz? Bir çiçegi
dalindayken kokladiniz mi? Bu yil kaç kez gökkuşagi gördünüz?
Ya da hediye alan bir çocugun gözlerindeki işigi? Kaç kez mektup
aldiniz bu yil? Eski bir dostunuzu aradiniz mi hiç? Kimseyle
bariştiniz mi bu yil? Aslinda mutlu oldugunuzu kaç kez fark
ettiniz bu yil? Iyi bir yilin, bunlar gibi birçok "küçük
şey"e bagli oldugunu hiç düşündünüz mü bu yil? Yeni yilda
düşünün. Yayilin çimenlerin üzerine Acele edin.... Er veya geç...
Çimenler yayilacak üzerinize... Jaques Prevert
Ana Sayfa
|
|
|
|
|
|
|
Söz
vermistim sana, eger bir gün mücadelemizi kaybedecek olursak ve
sen ölürsen, Leman'a yazacak, Aralik 96'da Leman'a yazdigin mektubu
okuyan herkese öldügünü haber verecek, bizi, sevgimizi anlatacaktim.
Iste sözümü tutuyorum birtanem. Ama o sevgiyi, acimizi, mutlulugumuzu,
yalnizligimizi, korkularimizi, umutlarimizi, senin en kötü zamanlarinda
bile kaybetmedigin yasama sevincini, odanda oturup Allah'a seni
iyilestirmesi, bizi ayirmamasi için dua ettigimiz zamanlari, birbirimize
sarildigimiz, bir sarkiya dalip gittiiimiz anlari, birlikte söyledigimiz
sarkilari, doldurdugumuz kaseti, Hacettepe Onkolojiyi, neredeyse
tüm odalarinda kaldigin dahiliyeyi, kemoterapileri, radyoterapileri,
ilaçlari, igneleri, acil servise kaldirilip ölümden dönüslerini,
tüm hastalarin uyudugu, ortalligi ölüm sessizliginin kapladigi
saatlerde gizlice yatagindan kalktigin, dansettigimiz hastane
koridorlarini, lanet hastane gecelerini
Ankara'yi, çok sevdigimiz
ve gecelerini, gündüzlerini, sinemalarini, tiyatrolarini, kaldirimlarini,
parklarini, otobüs duraklarini, barlarini, kahvelerini, kitapçilarini
en çokta hastanelerini yasadigimiz, paylastigimiz bu koca sehri
Universiteyi, kantini, yurtta geçen günleri, vizelere çalistigimiz
zamanlari, finalleri, sinifta kaldigimizi, yine de vazgeçmeyip
gülümseyisimizi, yaraticiligimiz ve emegimizle dösedigimiz her
yeri seninle, benimle, dostlarla geçirilen o saatlerin güzelligiyle,
sayisiz ayrinti ve aniyla dolu o evi, Burhan'in hazirladigi kahvalti
ve yemekleri, bulasik sirasi kavgalarimizi, annenin bizi ziyarete
geldigi ve üçümüzün birlikte Mevlana'ya gittigimiz günü, Alpin'de
yedigimiz yemekleri, kpondaki gitar dinletilerini, dostlarini,
Dalton çetemizin diger iki elemani Nagihan ve Esra'yi, sana sonuna
dek destek olan Barbaros'u, kanimca bizimle ayni sinifta olmak
için can attiikklarindan sinifta kalan Bilge, Hakan ve Fatih'i,
manevi kizkardesin oldugu için hiç durmadan azarladigin, dalga
geçtigin Tuba'yi, çok sevdigin ve önemsedigin ama bunu hiç bir
zaman kendisine çaktirmadigin Pinar'i, Bulvar kahvenin en büyük
demirbasi Oguz'u, biraz deli diye düsündügün ama çok sevdigin
Ünal'i, gazeteci Cem'i, hep birgün "ben saz çalsam onlar
da fakültenin bahçesinde oynasalar" diye hayal ettigin teskilat
üyelerini, Mugla'daki çeteyi, kardeslerimiz Riza ve Gül'ü, Zafer'de
hep tartistigimiz ve muhabbet ettigimiz amcamizi, garson Remzi
abiyi, mektuplariyla bir parçamiz haline gelen Filiz'i ve digerlerini
Ve seni . O güzel dostlugunu, asiligini, bu kahpe dünyaya inat
umudu hiç söndürmeyen gözlerini, bazen gözyaslarimi silen, bazen
saçlarimda dolasan, bazen dudaklarima bir tebbessüm kondurmaya
çalisan ve her ne olursa gelip ellerimle birlestirdigin, birakmayi
hiç istemedigim ellerini, ilk kez dogum gününde bir hastane odasinda
buseler kondurdugum dudaklarini ve o dudaklardan dökülen sarkilari,
sözleri, siirleri, benimle, kendinle, herkesle, herseyle alay
eden, gülen, sakalar yapan, fikralar anlatan, bagira çagira sarkilar
söyleyen ve herkesin bildigi bu aldirmayan görüntüsünün, kisiliginin
ardina gizledigin o her an aglamaya hazir, aci ve izdiraplar içindeki
küçük çocugu
Ve o kisacik ömrüne sigdiramadigin hayallerini,
umutlarini, sevgilerini ard arda siraladigim sözcükler karsilayacak
mi bilmiyorum
Ve yaklasik iki yil boyunca belki de hayatimda
bir daha asla bulamayacagim bir aski, dostlugu, kardesligi, sevgiyi
paylastim seninle. Dünyada böyle bir sevgiyi o koca ömürlerinde
bir kez olsun yasamadan ölen insanlar var. Ne mutlu bize ki onlardan
degiliz. Üç gündür Nagihan ve Esra'yla kaliyorum. Hep seninle
geçen günlerden bahsediyoruz. Kameraya çektigimiz görüntüleri
izliyor, birlikte doldurdugumuz kaseti dinliyoruz. Agliyoruz yokluguna,
bir fire veren daltonlar çetemize, geleck yil hep birlikte yapmayi
planladigimiz tatile, bir daha tutamayacagimiz ellerine ve bundan
sonra devam edecek ama sensiz olacak yasamimiza. Ve gülüyoruz
yasanan günlerin güzelligine, okey partilerine, Uludag'daki yemege,
dostlugumuza, aramizdan ayrilsanda hiçbir zaman tükenmeyecek sevgi
ve bagliligimiza. Hatirliyor musun, iki yildir Hacettepe hastanesinde
kutlamak zorunda kaldigimiz dogumgünlerini, serumlar, ilaçlar,
igneler ve çektigin acilarda bile elele, iyilesmeni ve tüm o zorluklarin
ardindan güzel günlerin dogmasini dileyerek söndürdügümüz mumlari
Hatirliyor musun, o saatlerce telefonda konusmalarimizi, Türk
Telekom'a kazandirdigimiz onca parayi, hatirliyor musun New Kids
on the Block sarkilari söyleyerek seni çildirttigim anlari?
Hatirliyor musun bazen hiçbir tedavi ve ilacin durduramadigi agrilarin
karsisindaki çaresizlizimizi, yapacak birsey olmadigi için birbirimize
sarilip sessiz sessiz agladigimiz günleri. Hatirliyor musun Hacettepe
acil servise son kaldirildigini. Doktorlar annenlere artik yapacak
birsey kalmadi demislerdi. Agliyordum. Ne demek yapacak birsey
kalmadi. Hayir, sen iyilesecektin. O aptal doktorlar becerememislerdi
ama bizim gücümüz, sevgimiz herseye yeterdi. Biran önce kendini
toplamaliydin. , bu yil yine elele ve nihayet ikinci sinifta olacaktik.
Gözyaslarimi silip tüm bunlardan habersiz yattigin odaya gelmistim
ve kulagina egilip o çok sevdigin siiri okumustum: "Binlerce
nedenim var yasamaya Yenmek için hergünkü ölümü Seni sevmenin
mutlulugu için Yürümek için umudun ayak izinde" Sense gözlerimdeki
telasi farketmis olacaktin ki, elimi tutup "Ölmeyecegim,
senin için, ailem için yasayacagim. Söz veriyorum sana ölmeyecegim"
demistin
O bana verdigi sözü tutamadi, çünkü kendisinden
daha inatçI çIkan ve neredeyse tüm vücuduna yayIlan, sevenlerin
gözü önünde onu günbegün eriten, tüm gücünü yok eden ama hiçbir
zaman yasama sevincini söndüremeyen hastaligina yenildi. Hastaneden
çiktiktan sonra, agrilari dayanilmaz bir hale geldi, nefes alamadigi
zamanlarda kullanilacak oksijen tüpünün de büyük bir faydasi olmadi.
Ama o, hep gülümsedi Ve o güzel insan, okulunu ve arkadaslarini
son bir kez daha gördukten bir gun sonra, 14 Eylül 1997 günü,
annesinin kollarinda yarim kalan hayalleri ve umutlariyla yasama
gözlerini kapadi. Anne ve babasi kendilerinden varedip dunyaya
getirdikleri, binbir emek ve sevgiyle büyüttükleri, yasamasi için,
hastaligini yenmesi için büyük bir savas verdikleri, canlarinin
bir parçasini, Karsiyaka'da son uykusuna yatirdilar. Içten içe
haykirislarla, dayanilmaz acilarla
Ve birgün gelecek ki
hepimiz seninle bulusacagiz. Kisa bir zaman diliminde yasamimin
en büyük bölümünü dolduran, nice güzel anlar paylastigim sen,
artik yoksun guzelim. Birbirimize söyledigimiz son söz "Seni
Seviyorum"du, her zaman oldugu gibi. Bana verdigin sözü tutamadigin
için sana kizmiyorum. O acilara daha fazla dayanamazdin, biliyorum.
Artik acilarinin son buldugunu ve cennette oldugunu bilmek en
büyük tesellim. Dün gibi geçen iki yil için, yasadigimiz her sey
için tesekkürler. Sakin ola ki beni merak etme. Mutluyum, gülüyorum
ve hala kimseye aldirmadan kendi dogrularimla yasiyorum. Çünkü
yasamin sirri bu biliyorum
Evet ne yazik ki kansere yenildin
ama verdiiin mücadeleyle, gösterdiiin cesaretle, yasama bagliliginla,
son nefesine dek söndürmedigin umutlarinla, bence kazanan yine
de sen oldun birtanem. "Yenilmek, ama yinede teslim olmamak
Zafer budur" Öyle sevgilim, zafer senin, sen kazandin!
UCURTMAMI
PAZAR GECESI UCURACAGIM UZAKLARA INAT UZAKLARA YUKSELECEGIM SEN
GELMESEN DE EY SEVGILI
Ana
Sayfa
|
|
|
|
|
|
|
Telefonda
hemen hemen her gün kim bilir kaç kez kullandigimiz "Alo"
sözcügü, gerçekte bir sevgilinin kisaltilmis adidir. Sevgilinin
tam adi Allessandra Lolita Oswaldo'dur. Bu sevimli genç kiz,telefonu
icat eden,A.Graham Bell'in sevgilisiydi. Graham Bell telefonu
icat edince ilk hatti sevgilisinin evine çekmisti.Atölyesinde
telefon çalinca arayanin Allessandra Lolita Oswaldo'dan baskasi
olamayacagini bildiginden Graham Bell,telefonu açar açmaz "Allessandra
Lolita Oswaldo" diyordu.Bell,zamanla sevgilisine,adini kisaltarak
hitap etmeye basladi ve telefonu her açisinda onu "Ale Lol
Os" diye karsiladi.Çalismalari uzadikça Graham Bell ,sevgilisinin
adini daha da kisaltti ve ona iki heceli bir ad buldu Bu kisa
ad "Alo" idi. Allessandra Lolita Oswaldo, gelistirip,
tüm kente yaymaya çalistigi telefondan baska birsey düsünmeyen
sevgilisinin bitmek tükenmek bilmeyen deneylerinden rahatsiz olmaya
baslayinca Graham Bell'i telefonuyla basbasa birakip onu terketti.Yasli
Bell,sevgilisinin bir gün onu arayacagi umuduyla telefonun basindan
ayrilmadi.Kentte çekilen telefon hatlarinin sayisi da giderek
artmaya baslamisti.Graham Bell'i artik baska kisiler de ariyordu.Fakat
o,telefonun her çalisinda kendisini sevgilisinin aradigini sanarak
telefonunu "Alo"diyerek açiyor ve artik herkes"Alo"
diyordu.O günlerde hemeh herkes telefonu açtiklarinda Alexander
Graham Bell'in anisina saygi olarak "Alo" demeye basladi.
Bugün tümümüzün kullandigi "Alo" sözcügü iste o günlerden
uzanmaktadir günümüze.
Ana Sayfa
|
|
|
|
|
|
|
Allah
esegi yaratti ve ona dedi ki: "Sen bir eseksin. Sabahtan
aksama kadar yorulmadan, yakinmadan calisacaksin ve agir yükleri
sirtinda tasiyacaksin. Ot yiyeceksin, az akilli olacaksin ve 50
yil yasayacaksin". Esek cevap verdi: "50 sene böyle
bir hayat icin cok cok fazla, lütfen bana 30 yildan fazla verme!".
Ve böyle oldu Sonra Allah köpegi yaratti ve ona dedi ki: "Sen
bir köpeksin. Insanlarin mallarini koruyacaksin, onlarin en yakin
dostu olacaksin. Insanlardan geriye kalan artiklari yiyeceksin
ve 25 yil yasayacaksin." Köpek cevap verdi: "Allahm,
25 yil böyle yasamak cok fazla. Bana 10 yil ver yeter". Ve
böyle oldu Daha sonra Allah Maymunu yaratti ve dedi ki: "Sen
bir maymunsun. Agactan agaca salinacak ve bir aptal gibi davranacaksin.
Insanlari eglendireceksin ve 20 yil yasayacaksin". Maymun
cevap verdi: "20 sene dünyanin paylacosu olarak yasamak cok
fazla. Bana 10 seneden fazla verme". Ve böyle oldu En sonunda
Allah erkegi yaratti ve ona dedi ki: "Sen bir erkeksin. Dünyada
yasayacak tek rasyonel düsünen canli olacaksin. Diger yaratilmislara
zekani kullanarak hükmedeceksin. Dünyayi yöneteceksin ve 20 yil
yasayacaksin." Erkek cevap verdi: "Allahim erkek olmak
icin 20 yil yetmez. Lütfen bana esekten artan 20 yili, köpekten
artan 15 yili ve maymunun 10 yilini ver." Allah bunu kabul
etti ve erkek 20 yil erkek olaraki yasadi sonra evlendi ve 30
sene esek olarak sabahtan aksama kadar calisti ve agir yükler
tasidi. Sonra cocuklari oldu ve 15 yil köpek gibi yasadi, evi
korudu, aileden artanlari yedi. Sonra ilerleyen yasinda 10 yil
maymun olarak yasadi. aptal gibi davrandi ve torunlarini eglendirdi.
Ana Sayfa
|
|
|
|
|
|
|
Bir
papatya tarlasi düsün... Ilkbahar ayi. Ve sen onun yanindan gecen
yolda yürüyorsun. Ve o papatya tarlasinda bir papatya dikkatini
çeker. Binlercesinden birisidir, ama sen onun yanina gidersin.
Onda seni çeken bir seyler vardir. O papatyayi oldugu yerden koparirsin.
Sadece senin olsun istersin. Sadece senin
Ölecegini düsünmeden
ve gidersin o tarladan. Içindeki siddetin durduramadigi bir bencillik
ama bir o kadar güzel ve hapsedici. TUTKU
bu olsa gerek...
Yine
o tarlanin kenarindaki yolda yürüyorsundur. Yine milyonlarcasi
arasinda bir tanesi seni çeker. Yaklasirsin yanina. Gözlerin baskasini
görmez olur o an. Onun için herseyi yapmak istersin. Dokunmak
istersin. Dokunamazsin, orda onunla ölmek istersin. Ama birden
hafif bir rüzgar eser ve bir baska güzel çiçek kokusu gelir burnuna.
Dayanamazsin onun kokusuna. Unutturur herseyi bir anda ve o kokunun
geldigi yöne gidersin. Diger papatya orda kalmistir. Yüreginin
bir kenarinda. Paylasilmamistir birçok sey. Unutulmaz belki ama
geri de dönülmez ona. ASK bu olsa
gerek...
Yine
o yoldasin. Papatya tarlasinin yanindan geçen... Ve yine bir papatya
milyonlarcasinin içinden seni çeker. Gidersin yanina. Orda kalakalirsin.
O hiç ölmesin diye her seyi yaparsin. Tüm gücünle onunla olmak
istersin. Oradan seni koparacak hiç bir güç olmadigina inanirsin.
Ve orda onunla ölene kadar birlikte kalirsin. SEVGI
bu olsa gerek...
Ana Sayfa
|
|
|
|
|
|
|
Evli
Bir Cift
ADAM-
Hayatim senin çabalarini takdirle karsiliyorum ama hayat yeterince
zor. Yani senin bu kadar uğraşmana gerek yok!..
KADIN-
Ne için ugraşmama gerek yok?
ADAM-
Bir cümleyi ilk söylendiğinde anlamak için... Yapamıyorsun!
KADIN-
Ne diyorsun sen be?
ADAM-
Cümlenin sonundaki o "be" ne kadar da şirin durdu öyle,
nerden aldın?
KADIN-
Senden almıştım hatırlamadın mı? Ben senden aldığım güzide sözcükleri
atmıyorum, saklıyorum. Mesela çok güzel "ulan"larım
da var,ister misin bir tane?
ADAM-
Ben sana ne zaman "ulan" dedim sorabilir miyim?
KADIN-
Bilmem, sorabilirsin herhalde.
ADAM-
Ben sana ne zaman ulan dedim?
KADIN-
Bak sorabildin iste!
ADAM-
Peki sen cevap verebilecek misin?
KADIN-
Tabii... Bu konuyla ilgili kesin bir tarih vermek zor ama istersen
hemen hemen her gün diyelim.
ADAM-
Yani ben sana her gün ulan mi diyorum?
KADIN-
Evet... Neden sasirmis gibi yapiyorsun? Iliskimizin üçüncü sevismesinden
sonra sen kibarligi biraktin... Zaten öyle pek de tiryakisi olmadigin
için birakmakta fazla zorlanmadin.
ADAM-
Ben öyle bir üçüncü sevisme hatirlamiyorum.
KADIN-
Çok normal. O kadar kisaydi ki... Zaten ben de hayal meyal hatirliyorum.
ADAM-
Hah! Simdi de cinsel hayatimiz problem oldu.
KADIN-
Bizim öyle bir hayatimiz yok... Neyse bu konuyu konusmak istemiyorum.
Bir ölünün arkasindan konusmak dogru olmaz.
ADAM-
Kimmis bu ölü?
KADIN-
Özür dilerim. Amacim sana ölmüs bir parçani hatirlatip üzmek degildi.
Dikkat ettiysen bu konuda konusmak istemedigimi de söylemistim.
Neyse ben bunu sorun etmiyorum... Insanoglu her gidenin yokluguna
alisiyor. Senin idrar yollarin açiksa mesele yok. Hem bir de iyi
tarafindan bak, cinsel hayatimiz olmadigi için kültürel faaliyetlere
daha çok zaman ayirabiliyoruz!
ADAM-
Ne demek istiyorsun sen be?
KADIN-
Be'yi geri veriyorsun demek. Sende kalabilirdi ama neyse...
ADAM-
Konuyu dagitip beni sinir etme. Biz daha dün degil önceki gün
sevistik seninle!
KADIN-
Hayir sevismedik. Biz tesebbüs asamasindayken seni geri zekâli
arkadasin Hayri aradi, yaklasik yirmidört dakika atyarisi konustunuz.
O sana Troya tek olur dedi, sen de hayir agbicigim oraya çok at
yazmak gerekir dedin ve bu nefis konusma böyle sürüp gitti. Bu
siirsel sohbetin etkisinden olacak, uyuyakalmisim.
ADAM-
Nitekim Troya açik ara aldi yarisi. Bosu bosuna bir sürü at yazdik.
KADIN-
Efendim?
ADAM-
Öyle olmadi canim. Telefon çaldiginda ben daha açmadan sen tuhaf
bir havaya girdin. Sanki kendimi ben aramisim gibi. Ben daha Hayri
ne haber demeden sen horlamaya basladin. Bu horlamanin siirselliginden
olacak, kendimi atyarisina vermisim. Son bir sey daha: Hayri geri
zekâli degil.
KADIN-
Bak biz seninle herseyi tartisma konusu yapabiliriz, bir tek sey
disinda, o da Hayri'nin geri zekâli olusudur. Çünkü bunun aksi
yönde bir tek uzman görüsü yoktur, olamaz da!
ADAM-
Unutma ki o bir yayinevi sahibi.
KADIN-
Evet ama atlarin anlayacagi düzeyde kitaplar basiyor.
ADAM-
Senin ona neden uyuz oldugunu ikimiz de biliyoruz, uzatmayalim
istersen.
KADIN-
Yok yok uzatalim... Neden uyuz oluyormusum ben?
ADAM-
Karisini aldatiyor diye... Ben de sana yillardir anlatamiyorum
ki bu, Hayri'yle karisi arasindaki bir sorun, bizi ilgilendirmez.
KADIN-
Bal gibi de ilgilendirir. Birincisi, Hayri pis, igrenç, asagilik
bir etobur. Sadece karisini aldatmiyor, ayni zamanda her an adaleti
de yaniltabilir. Basina gelecek bir trafik kazasi durumunda -ki
ona çarpacak olan sahane kamyon bir gün elbet trafige çikacak-
hukuksal olarak insan muamelesi görecek. O hayvanin ne hakki var
benim kamyoncumu magdur etmeye?
ADAM-
Sen iyice tirlattin. Neden bu kadar taktin adama bilmiyorum ki.
KADIN-
O adam dedigin canli, Ruslar'la yatiyor.
ADAM-
Ne var? Irkçi mi oldun simdi de?
KADIN-
Saçmalama. Kaninda muhtemelen irice bir AIDS virüsü tasiyor o!
Buraya kadar bir sorun yok ama karisina bulastiracak. Nurten de
arkadasimiz olduguna göre, o da bize bulastiracak.
ADAM-
Nasil bulastiracak Nurten bize? Sevisecek miyiz kendisiyle, allah
allah!
KADIN-
Saçmalama. AIDS baska yollarla da bulasiyor. Mesela agiz yoluyla!
ADAM-
Sorun degil biz de takma dislerini kullanmayiz!
KADIN-
Nurten'in disleri takma degil ki?
ADAM-
Bak gördün mü bosuna endiseleniyormussun. Takma disi yok ki kullanalim,
degil mi hayatim?
KADIN-
Ben onu bunu bilmem, Hayri denen alçakla görüsmen beni rahatsiz
ediyor. Sizin ortak yaniniz nedir ben aslinda onu merak ediyorum.
Rus kültürü olmasin?
ADAM-
Saçmalama.
KADIN-
Sürekli atyarisi oynamiyorsunuz herhalde... Mesela Hayri Rus fahiselerle
yattigi sirada sen ne yapiyorsun, yan odada Rus klasikleri mi
okuyorsun?
ADAM-
Evet... Hayri'nin is kondüsyonu da iyi. Is uzun sürüyor. Düsün
iki seansta "Savas ve Baris"i bitirdim. Olay Rusya'da
geçiyor.
KADIN-
Bir kere bu Woody Allen'in esprisi!
ADAM-
Biliyoruz. Bir sakincasi mi vardi? Hayri kesmedi galiba, bir de
Woody Allen'in telif sorunu yüzünden mi kavga edecegiz?
KADIN-
Sordugum soruyu laf kalabaliginda gözden kaybettirmeye çalisma!
Sen de yapiyor musun Hayri'nin yaptigini?
ADAM-
Nasil yani? Hayri'nin hangi yaptigini?
KADIN-
Rus hayat kadinlariyla çiftlesiyor musun sen de!
ADAM-
Sen delirdin mi sevgilim?
KADIN-
Hâlâ net bir yanit alabilmis degilim.
ADAM-
Hayir hayatim, manyak misin sen! Ne isim var benim Rus kadinlarla?
KADIN-
Yani hiç mi olmadi? Ne bileyim fazla alkol alinan bir gece sonrasi
Hayri iblisi sana "Tanistirayim, Irina" demedi mi?
ADAM-
Demedi!
KADIN-
Vay terbiyesiz. Demek kadinla oturdunuz ama tanistirmadi ha? Zaten
o Hayri ayisindan da bu beklenirdi. Eee? Ismini bile bilmedigin
bir Rus'la yatmak nasil bir sey?
ADAM-
Sevgilim! Hastasin sen!
KADIN-
Hastalanmam çok normal degil mi? Her gece igrenç bir virüsleayni
yatagi paylasiyorum!
Ana Sayfa
|
|
|
|
|
|
|
Evli
Bir Cift 2
KADIN-
Gazeteyi okudun mu?
ADAM-
Hı hı... Okudum.
KADIN-
Hayir yani sen buna gazete okumak mi diyorsun demek istedim.
ADAM-
Nasil yani?
KADIN-
Gazeteyle aranizda kötü bir sey geçmis sanki. Tuvalette karsilastik
kendisiyle, epey hirpalanmisti. Ne oldu hayatim? Sana kötü bir
haber mi verdi?
ADAM-
Ne diyorsun yine ya?
KADIN-
Bu "ya" sözcügünü senin kadar zarif kullanan insan azdir...
Çünkü "ya" herkesin kullanabilecegi bir sözcük degil.
Bazisi a'lari gereksiz yere uzatir mesela, sen de adam sasirdi
zannedersin... Hani söyle; yaa!.. Ama sen öyle misin? Y'nin arkasina
kararli a takiyorsun bitti gitti.
ADAM-
Ne olmus gazeteye?
KADIN-
Bilmiyorum, konusacak durumda degil... Içi disina çikarilmis,
bir kenari islanmis ve bizim, onu islatan sivinin su olmasini
ummaktan baska yapabilecegimiz bir sey yok.
ADAM-
Siz kimsiniz?
KADIN-
Henüz o gazeteyi okuyamamis olanlar.
ADAM-
Lafi uzatiyor musun yoksa bana mi uzun geldi?
KADIN-
Hayir hayatim, demek istedigim madem bu gazeteyi dövecek kadar
nefret ediyorsun, baska gazete alalim. Hem biz de okuyabiliriz.
ADAM-
Izin verirsen su kitabi okumak istiyorum.
KADIN-
Sevdin sen o kitabi, hı?
ADAM-
Nereden anladin?
KADIN-
Alti aydir berabersiniz... "Yüreginin Götürdügü Yere Git..."
Yani bir yol hazirligi da bu kadar mi uzun sürer, hayret!
ADAM-
Ben yavas da olsa okuyorum, sen okumayi yazmayi unutmak üzeresin.
KADIN-
Yani "Sevme Sanati"ni bitirmedim diye soktun bu lafi
degil mi? Ben sevmeyi Eric Forum'dan ögrenmek istemiyorum belki.
ADAM-
Erich Fromm.
KADIN-
Her neyse...
ADAM-
Tabii sen bunu tuhaf kadin dergilerinden ögrenmeyi tercih edersin.
Elin Amerika'sinda yapilan manasiz anketlerin Türkçe'ye çevrilmis
halleriyle çizersin rotani... "Bakalim sevgiliniz ne kadar
Angut" ya da "Diyelim ki o aksam çok sevisesiniz var
ama sevgiliniz beyzbol maçina gitmek istiyor ne yaparsiniz?"
a) Kafasina beyzbol sopasiyla vururum. b) "Tamam ben de gelirim
ama devre arasinda sevisirsek" dersiniz.
KADIN-
Komik oldugunu mu saniyorsun?
ADAM-
Komik olan sensin. Zira beyzbol bizim ata sporumuz degil... Hatta
beyzbolla ilgili yapilmis filmlere de ulusça sinir oluyoruz. Bütün
film boyunca "Simdi bunlar niye sevindi, bu adam neden sürekli
tükürüyor" diye düsünüyoruz. Mesela sana soruyorum, bir beyzbol
sahasi kaç yardadir?
KADIN-
Ne bileyim ben?
ADAM-
Peki neden sürekli o salak anketleri dolduruyorsun?
KADIN-
Simdi anladim... Geçen anket aleyhine çikti, ondan böyle agresifsin.
ADAM-
Yok canim çok da umrumdaydi.
KADIN-
Iste zaten ankette de had safhada umursamaz çikmistin. Sevgiliniz
sizi umursuyor mu sorusunda o kadar çok e sikki isaretledim ki
"En iyisi siz uzun uzun aglayin" seklinde bir sonuç
çikti. Ama sen bu sonucu bile umursamayacak kadar umursamaz bir
insansin.
ADAM-
O dergiler seni böyle yapti zaten. Yoksa neden durup dururken
operaya gitmek isteyesin ki.
KADIN-
Buyrun bir de entelektüel geçinir.
ADAM-
Konuyu çarpitma... Senin operaya gitme istegin kültürel amaçli
degildi. Yine bir ankette "En çok yapmak istediginiz fantaziniz
nedir" sorusuna böyle manyakça bir cevap çikmisti.
KADIN-
Evet. Sen ne dedin? "Biliyorsun hayatim ben gürültülü yerlerde
yapamam..." Peki o zaman baleye gidelim! Yok orada sahneden
gelen gij gij sesi beni deli ediyor. Oldu sevgilim o zaman morga
gidelim, en sessiz yer orasi!
ADAM-
Yahu niçin illa bir yere gidiyoruz, evimiz var ya! Çok istiyorsan
çagiralim basbariton bir arkadas biz yatarken bagirsin!
KADIN-
Ne kadar romantiksin. Geçen gün mum alirken de gözlerimi yasartmistin
zaten: Niye mum aliyorsun hayatim, bizim jeneratörümüz var ya!
ADAM-
Hep o dergiler yüzünden... Güya insana bir yasam stili kakalamaya
çalisiyorlar, ona sinir oluyorum ben. Alisveris için suraya gidin
çok in, yok sabahlari yürüyüs yapin falan... Sanki Kaliforniya'da
yasayan kalifiye elemanlariz.
KADIN-
Bu kadar basit degil mi? Halbuki aslinda kadin dergilerini benden
önce senin okuman lazim. Belki o zaman biraz tanirsin beni ve
tüm kadinlari.
ADAM-
Ben kadinlarin çogunu taniyorum. Çogu memeli insanlar iste.
KADIN-
Igrençsin...
ADAM-
Tamam arada memesizi de çikiyor ama ben onlarla görüsmüyorum.
KADIN-
Çok merak ediyorum daha önceki hayatinda yanindaki talihsiz kadin
kimdi? Hos bu kadar duyarsiz olduguna göre sen daha önce bir insan
degil, bir binanin duvariydin.
ADAM-
Terbiyesizlesme.
KADIN-
Ne dedim ki ben simdi?
ADAM-
Ne o öyle? Ben insan degil miyim yani?
KADIN-
Tamam daha fazla konusmak istemiyorum.
ADAM-
Zaten beceremiyorsun da. Senin konusman berbat sesli birinin israrla
sarki söylemesi gibi oluyor. Mithat Körler'i tenzih ederim tabii.
KADIN-
................
ADAM-
Aglamiyorsun degil mi?
KADIN-
Seni ilgilendirmez.
ADAM-
Haydaa... Canim simdi aglayacak ne var?
KADIN-
Aglayacak bir sürü sey var. Ortada bir iliski var mesela ve ne
zaman bu iliskiyi görsem aglayasim geliyor. Ne oldu sana bilmiyorum
ki... Eskiden aklimiza eseni yapardik. Uzun, çok uzun telefon
konusmalari yapardik hatirladin mi? Hele bir seferinde telefonun
pili bitmisti.
ADAM-
Nasil yani? Telefonlasalim mi? Ayni evin içinde biraz tuhaf olmaz
mi?
KADIN-
Bosuna konusuyorum...
ADAM-
Bana da öyle geldi.
KADIN-
Senin kadar hizli igrençlesen insan çok azdir.
ADAM-
Kitabimi okuyabilir miyim artik!
KADIN-
Tabii... Umarim yüregin seni cehennemin dibine götürür!
ADAM-
Kitabi niye attin simdi!.. Allah allah... Ne diyeyim? Yapacak
bir sey yok
hastasin sen!
KADIN-
Evet haklisin.. Bir öküze asik olduguma göre...
BU DAHA DA SÜRECEK
Ana Sayfa
|
|
|
|
|
|
|
Evli
Bir Cift 3
KADIN
: Hayatiiimmm!..
ADAM
: .......
KADIN
: Hayatiiimm! Buradasin demek. Hayatim neden cevap vermiyorsun?
ADAM
: Cevap mi? Niye? Bir soru mu sordun ki?
KADIN
: Seslendim
ADAM
: Oldum olasi bu ev içi seslenmeleri anlamamisimdir. Neden sesleniyorsun
ki, zaten ev doksan metrekare, sussan gürültü oluyor! Ismimi içinden
geçir yeter ben duyarim.
KADIN
: Uzar bu...
ADAM
: Seninle karsilikli apartmanlarda oturan kocakarilar degiliz
ki memelerimizi pencerenin pervazina mevzileyip seslenelim.
KADIN
: Konusabilirmiyim artik?
ADAM
: Konusabilirsin herhalde....Aslina bakarsan bunu çok daha önce
yapabilmen gerekirdi. Sekiz aylikken falan.
KADIN
: Komik oldugunu zannetmen ne komik degil mi?
ADAM
: Askim ?ütfen konusmanin akisini degistirelim. Ileri de bir çaglayan
görüyorum.
KADIN
: Ama sen bizi oraya sürüklüyorsun
ADAM
: Bu cümle pek bariscil degil. Beni suçlarsan kendimi savunmak,
kendimi savunurken seni suçlamak zorunda kalirim, sonra sen kendini
savunmak için beni suçlarsin ve siddetli bir kapi sesine kadar
gider bu!
KADIN
: Hayir hayir, bugün kavga etmek istemiyorum.
ADAM
: Zaten dün aksamdan sonra bu çok anlamsiz olurdu. Hatirlarsan
yatak odamizin kurulusu gibi bi sey oldu. Her sene kutlasak yeridir
yani.
KADIN
: Gerçekten de öyleydi
ADAM
: Öte yandan olay yerinde bir naneli sakiz olsaydi daha da iyi
olabilirdi ama neyse
KADIN
: Nasil yani?
ADAM
: Bosver canim, öylesine söyledim
KADIN
: Agzimin koktugunu mu söylüyorsun?
ADAM
: Ne var bunda hayatim herkesin agzi kokar
KADIN
: Bana hiç bir sey için "ne var bunda" deme!
ADAM
: Tamam kapatalim bu konuyu
KADIN
: Ilk bulusmamizdan beri kapattigimiz bininci konu bu.
ADAM
: Bastan alalim mi? Sen "hayatim" diye seslenerek içeri
girdin, bende sana "söyle canim" dedim...Ordan devam
edelim.
KADIN
: Sunu soracaktim cep telefonum kesilmis
ADAM
: Iyi. Evden ararim
KADIN
: Saçmalama
ADAM
: Tamam. Bizzat eve gelirim yüz yüze görüsürüz.
KADIN
: Biraz para versen!?
ADAM
: Seninle görüsmek için niye para veriyorum?
KADIN
: Hayatim günümüzde kimle görüsmek istersen biraz para vermek
zorundasin. Telekomünikasyon bu temel üzerine kurulur. Mesela
manasiz arkadaslarinla yaptigin bes para etmez sohbetler için
bile bir sürü para vermek zorunda kaliyoruz.
ADAM
: Kimmis bu manasiz arkadaslarim?
KADIN
: Saymakla bitmez. Ama bitirmeye çalisayim : Semih, Nurettin,
Hayri ve benzerleri...
ADAM
: Semih de mi kötü oldu? Adam ülkenin sayili cerrahlarindan biri.
KADIN
: Evet ama hala yemek yerken agizini sapirdatiyor
ADAM
: Alt çenesi dogustan biraz önde, ne yapsin adam
KADIN
: Ama utanmadan çekirdek çitlemeye çalisiyor.Disler hiç bir zaman
üstüste gelmiyor ki çekirdegin kabugu ikiye bölünsün. çekirdegi
agizinda hamurlastirip tuzunu emiyor, kalan asagilik posayi da
gözümüzün önünde sergiye açiyor. Neden çerezi alet ediyorsun ki,
direkt tuz ye!
ADAM
: Sana yaranmak imkansiz. Hakkinda abuk sabuk konustugun adam
mikrocerrahi dalinda Avrupa'da meshur!
KADIN
: Bir gün kongrede çekirdek çitlesin bak bir daha yüzüne bakiyorlar
mi?
ADAM
: Kusura bakma benim arkadaslarim seninkiler gibi degil. Mesela
telefon faturalarimizda güzide bir yeri olan Sengül'ün verdigi
hayat dersleri yoktur bizimkilerde. Yani Semih hiç bir zaman ayrilmamiza
yol açmamistir. Belki kabuklu yemis yemekte zorlaniyor ama ailemizin
içislerine karismiyor.
KADIN
: Sengül benim en iyi arkadasim ve bu konularda tecrübesi var.
ADAM
: Hangi konularda?
KADIN
: Her konuda... Iliskiler, hayat, kadinlar, erkekler....Hersey
iste....
ADAM
: Bu bilgilerden kendisi neden istifade etmiyor acaba? Ne zaman
seni arasa üçbuçuk saat konusuyorsunuz! Ve dogal olarak iliskimizden
hergün üçbuçuk saat çalmis oluyor.Bu durumda nasil mutlu olabiliriz?Sen
Sengül'den arta kalan zamanlarda benimle görüsüyorsun. Yani Sengül!le
sürekli aleyhimde konusup sonra dönüp benimle sevismen saglikli
bir sey mi? Bir de annen var tabii...Sengül'ün öldüremedigi yanlarimi
annenle hallediyorsunuz!
KADIN
: Annem hakkinda dikkatli konusmani öneririm.
ADAM
: Ayni özeni annenden bekliyorum bende..Ama hala benden "o
adam" diye bahsediyor.
KADIN
: Sen benim telefonlarimi mi dinliyorsun?
ADAM
: Hayir telsiz telefon tuvalette kalmisti, ben de birini aramak
üzere actim ve annenin sen kahkahalariyla karsilastim.
KADIN
: Eeee?
ADAM
: E'si o sirada sana "nerede o adam yasiyor mu" diye
sordu, sen de "tuvalette" dedin, bunun üzerine sayin
valide hanim "desene yakistigi yerde" dedi. Ve ikiniz
bu lafa iki dakika doyunca güldünüz. Ve üstelik o igrenç iki dakikanin
parasini ben ödüyorum! Yani karimla annesi aleyhimde boktan espiriler
yapiyorlar ama Türk Telekom la muhatap olan benim. Sadece biraz
saygi istiyorum!Koca olarak degilse bile bir sponsor olarak birazcik
saygiyi hakediyorum herhalde!
KADIN
: Faturayi ödüyor olman sana konusmalari dinleme hakkini vermez.
ADAM
: Yok canim. Neye para ödedigimi bilmek benim hakkim! Ve bundan
böyle parami çarçur etmeye niyetim yok. Git annene söyle cep telefonun
parasini o ödesin!
KADIN
: ÖYLE MI? AL O ZAMAN! CEP TELEFONU SORUNUMUZ KALMADI!
ADAM
: SEN O CEP TELEFONUNU NASIL PENCEREDEN ATARSIN. ONUNDA PARASINI
BEN ÖDEDIM!
KADIN
: YAA? PEKI BU TELEVIZYONUN PARASIN KIM ÖDEMISTI? GÜZEEL...
ADAM
: DUR MANYAKLASMA! BIRAK O TELEVIZYONU!
Ana Sayfa
|
|
|
|
|
|
|
Anne
Küçük
oğlumuz annesine geldi ve ona kağıdı uzattı. Annesi ellerini önlüğüne
kuruladıktan sonra kağıdı okumaya başladı : Cimleri biçtiğim için.
5 dolar Bu hafta odamı temizlediğim için. 1 dolar Alışverişe gittiğim
için. 50 sent Küçük kardeşime baktığım için 25 sent Copu attığım
için 1 dolar İyi bir karne getirdiğim için 5 dolar Bahçeyi temizlediğim
için 2 dolar Toplam borç : 14 dolar 75 sent Annesi umutla kendisine
bakan oğlumuza baktı. .Eline bir kalem aldı, kağıdın arka yüzünü
çevirdi ve şunları yazdı: Seni dokuz ay karnımda taşıdım : Bedava.
Hasta olduğunda başını bekledim, elimden geleni yaptım, senin
için dua ettim : Bedava Yıllar boyu değişik nedenlerle senin için
gözyaşı doktum : Bedava. Senin için geceler boyu kaygı duyup,
uykusuz kaldım : Bedava. Oyuncaklarını topladım, yemeğini hazırladım,
giysilerini yıkadım, ütüledim : Bedava yavrum. Ve bunların hepsini
topladığın zaman gerçek sevginin bedelinin olmadığını görürsün
: Bedavadır çünkü. Oğlumuz annesinin yazdıklarını okuyunca gözleri
doldu. Annesine baktı ve "Anneciğim, seni seviyorum."
dedi. Sonra annesinin elinden kalemi aldı ve kağıda büyük harflerle
şunları yazdı : "HEPSİ ÖDENMİŞTİR."
Ana Sayfa
|
|
|
|
|
|
|
Tebessum
Küçük
kız,hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu gülümseme adamın kendini
iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine
yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir
not yazdı, yolladı. Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi
ki, her öğlen yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş
bıraktı. Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam
eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe başında
oturan fakir adamın şapkasına bıraktı. Adam öyle; ama öyle minnettar
oldu ki
İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti. Karnını
ilk defa doyurduktan sonra, bir apartmanın bodrumundaki tek odasının
yolunu tuttu. Öyle neşeliydi ki,bir saçak altında titreyen köpek
yavrusunu görünce, kucağına alıverdi. Küçük köpek gecenin soğuğundan
kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu.
Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı. Bir yangın başlıyordu.
Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir
adam uyandı, sonra bütün apartman halkı
Anneler, babalar
dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar
Bütün bunların hepsi beş kuruşluk bile maliyeti olmayan bir tebessümün
sonucuydu...
Ana Sayfa
|
|
|
|
|
|
|
Duvar
Hastanenin
bir koğuşunda üç kötürüm bulunuyordu. Bunlardan koğuşa ilk gelen,
pencerenin önüne, ikincisi ortaya, üçüncüsü ise kapı kenarına
yatırılmıştı. Ortadaki hasta iyimser bir adam olduğu için neşeli
konuşmalarıyla diğerlerini eğlendiriyor ve acılarını azaltmaya
çalışıyordu. Soğuk bir kış gecesinde pencerenin yanındaki hasta
öldü. Onu kaldırdıktan sonra ortadaki hastayı pencerenin önüne,
kapının yanındakini ise ortaya yatırarak boşalan yere yeni bir
hasta getirdiler. Pencere önüne alınan iyimser adam, dışarıda
gördüklerini arkadaşlarına anlatmaya başladı. Yol kenarındaki
parkı, dev çınar ağacını, cıvıldaşan kuşları, işlerine koşuşan
insanları, neşeli çocukları ve karşı dağdaki çiçek dolu tarlaları
uzun uzun anlatarak çaresiz durumdaki arkadaşlarını rahatlatıyordu.
Adam bir müddet sonra gelip geçenlere isimler takmaya başladı.
Öteki hastalar, sabahları işe gidenlerin, seyyar satıcıların ve
akşam vakti yorgun argın eve dönenlerin hikayelerini dinleye dinleye,
onları gözlerinin önünde canlandırabiliyordu. Kısa süre sonra
hastanenin ruha ağırlık veren havası dağılmış ve bir türlü geçmek
bilmeyen saatleri tatlı hikayeler doldurmuştu. Bir gün, ortadaki
adamın aklına ansızın bir fikir geldi. Eğer pencerenin önündeki
hastaya birşey olacak olsa oraya kendisi geçecek, dışarıdaki renkli
ve canlı hayatı bizzat kedi gözleriyle görecekti. Bu düşünce günlerce
kafasın da yer etti. Yattığı yerden hep bunu düşünüyor, ve çareler
araştırıyordu. Sonunda onu da buldu. Pencerenin önündeki hastaya
sık sık kriz geliyordu. Adam bu durumda komidinin üzerindeki ilacına
güçlükle uzanıyor ve odada hastabakıcı bulunmadığı için ilacı
kendisi alıyordu Bir gece pencerenin önündeki hastaya yine bir
kriz geldiğinde, ortadaki hasta büyük bir gayretle doğrularak
onun ilacını deviriverdi. Şişe yere düşmüş ve paramparça olmuştu.
Ertesi sabah, pencerenin önündeki hastayı ölü buldular. Ve onu
kaldırdıktan sonra, ortada yatan hastayı cam kenarına geçirdiler.
Adam, göreceği manzaranın heyecanıyla dışarı baktığında beyninden
vurulmuşa döndü. Pencerenin birkaç metre ötesinde, simsiyah duvardan
başka hiçbir şey yoktu.
Ana Sayfa
|
|
|
|
|
|
|
Keyif
Kervanın
yolunu eşkıyalar kesmişti. Herkesi soyup soğana çevirdiler. Kervanda
çok fakir bir adam vardı. Soyulacak hiçbir şeyi yoktu. Eşkıyaların
biri onu kenara itti: -Sen çekil beybaba, sende iş yok!... Biz,
zengin adamlarla uğraşıyoruz... Adamda bir kenara çekilerek çubuğunu
keyifli keyifli tüttürerek oturdu. Eşkıyalar herkesi soyduktan
sonra gittiler. Kervanın soyulan zenginlerinden biri adama bakarak:
-Ayıp ettin hemşehrim, dedi. Eşkıyalar bize etmediğini bırakmadı.
Sen orada keyif çatıyorsun. Fakir tebessüm ederek: -İnsaf yahu
dedi. Kırk yılda bir züğürtlüğün keyfini çıkaralım dedik. Onu
da mı çok gördünüz?
İZLER
Yırtık pırtık paltolar giymiş iki çocuk kapımı çaldı. "Eski
gazeteniz var mı, bayan?" Çok işim vardı. Önce hayır demek
istedim, ama ayaklarına gözüm ilişince sustum. İkisinin de ayaklarında
eski sandaletler vardı ve ayakları su içindeydi. "İçeri girin
de size kakao yapayım." dedim. Hiç konuşmuyorlardı. Islak
ayakkabıları halıda iz bırakmıştı. Kakaonun yanında reçel ekmek
de hazırladım onlara, belki dışarıdaki soğuğu unutturabilir, azıcık
da olsa ısıtabilirdim minikleri. Onlar şöminenin önünde karınlarını
doyururken ben de mutfağa döndüm ve yarıda bıraktığım işleri yapmaya
koyuldum. Oturma odasında ki sessizlik dikkatimi çekti. Bir an
kafamı uzattım içeriye küçük kız elindeki boş fincana bakıyordu.
Erkek çocuğu bana döndü ve "Bayan, siz zengin misiniz?"
diye sordu. "Zengin mi? Yo hayır!" diye cevaplarken
çocuğu, gözlerim bir an ayağımdaki eski terliklere kaydı. Kız
elindeki fincanı tabağına dikkatle yerleştirdi ve "Sizin
fincanlarınız ve fincan tabaklarınız takım." dedi. Sesindeki
açlık, karın açlığına benzemiyordu. Sonra gazetelerini alıp çıktılar
dışarıdaki soğuğa. Teşekkür bile etmemişlerdi, ama buna gerek
yoktu. Teşekkür etmekten daha öte birşey yapmışlardı. Düz mavi
fincanlarım ve fincan tabaklarım takımdı. Pişirdiğim patateslerin
tadına baktım. Sıcacıktı patatesler. Başımızı sokacak evimiz vardı.
Bir eşim vardı ve eşimin de bir işi, bunlar da fincanlarım ve
fincan tabaklarım gibi uyum içindeydi. Sandalyeleri şöminenin
önünden kaldırıp, yerlerine yerleştirdim. Çocukların sandaletlerinin
çamur izleri halının üzerindeydi hala. Silmedim ayak izlerini.
Silmeyeceğim de. Olur ya; unutuveririm ne denli zengin olduğumu...
Ana Sayfa
|
|
|
|
|
|
|
Cesaret
Uzerine
Yıllar
önce Stanford Hastanesi'nde gönüllü olarak çalıştığım zaman, çok
ciddi ve az rastlanan bir hastalığa yakalanmış Liza adında bir
kız tanıdım. İyileşmesi için tek yol vardı, beş yaşındaki erkek
kardeşinden kan nakli yapılması gerekiyordu. Erkek kardeşi aynı
hastalığın üstesinden gelmişti ve vücudunda hastalığı yenebilecek
antikorlar oluşmuştu. Doktor bu durumu Liza'nın erkek kardeşine
açıkladı ve ona ablasına kan vermeyi isteyip istemediğini sordu.
Küçük çocuk bir an tereddüt etti ve derin bir nefes aldıktan sonra,
"Evet, eğer Liza kurtulacaksa veririm" dedi. Kan nakli
yapılırken, küçük çocuk ablasının yanındaki yatakta yatıyor ve
ablasının yanaklarına renk geldikçe bizlerle birlikte gülümsüyordu.
Sonra yüzü sarardı ve yüzündeki gülümseme kayboldu. Başını kaldırıp
doktora baktıktan sonra titreyen bir sesle, "Hemen mi öleceğim
?" diye sordu. Yaşı çok küçük olduğu için, doktorun sözlerini
yanlış anlamıştı ve kanının tümünü ablasına vereceğini sanıyordu.
Ana Sayfa
|
|
|
|
|
|
|
Dikkat
Kaba
saba, soluk, yıpranmış giysiler içindeki yaşlı çift, Boston
treninden inip utangaç bir tavırla rektörün bürosundan içeri
girer girmez, sekreter masasından fırlayarak önlerini kesti...
Öyle ya, bunlar gibi ne idüğü belirsiz taşralıların Harward
gibi üniversitede ne işleri olabilirdi ? Adam yavaşça rektörü
görmek istediklerini söyledi. İşte bu imkansızdı. Rektörün o
gün onlara ayıracak saniyesi yoktu. Yaşlı kadın çekingen bir
tavırla,"Bekleriz" diye mırıldandı... Nasıl olsa bir
süre sonra sıkılıp gideceklerdi. Sekreter sesini çıkarmadan
masasına döndü. Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi. Sonunda
sekreter dayanamayarak yerinden kalktı. "Sadece birkaç
dakika görüşseniz.Yoksa gidecekleri yok" diyerek rektörü
iknaya calıştı. Anlaşılan çare yoktu. Genç rektör isteksiz bir
biçimde kapıyı açtı. Sekreterinin anlattığı tablo içini bulandırmıştı.
Zaten taşralılardan, kaba saba köylülerden nefret ederdi. Onun
gibi bir adamın ofisine gelmeye cesaret etmek !.. Olacak şey
miydi bu ? Suratı asılmış sinirleri gerilmişti. Yaşlı kadın
hemen söze başladı. Harward`da okuyan oğullarını bir yıl önce
bir kazada kaybetmişlerdi. Oğulları burada öyle mutlu olmuştu
ki, onun anısına okul sınırları içinde bir yere, bir anıt dikmek
istiyorlardı. Rektör, bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine
öfkelendi. "Madam" dedi, sert bir sesle, "Biz
Harward`da okuyan ve sonra ölen herkes için bir anıt dikecek
olsak, burası mezarlığa döner..." "Hayır, hayır"
diyerek haykırdı yaşlı kadın. "Anıt değil... Belki Harward`a
bir bina yaptırabiliriz". Rektör, yıpranmış giysilere nefret
dolu bir nazar fırlatarak,"Bina mı ?" diyerek tekrarladı,
"Siz bir binanın kaça mal olduğunu biliyor musunuz ? Sadece
son yaptığımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan fazlasına çıktı..."
Tartışmayı noktaladığını düşünüyordu. Artık bu ihtiyar bunaktan
kurtulabilirdi. Yaşlı kadın sessizce kocasına döndü. "Üniversite
inşaatına başlamak için gereken para bu muymuş ? Peki, biz niçin
kendi üniversitemizi kurmuyoruz, o halde ?" Rektörün yüzü
karmakarışıktı. Yaşlı adam başıyla onayladı. Bay ve Bayan Leland
Stanford dışarı çıktılar. Doğu California`ya, Palo Alto`ya geldiler.
Ve Harward`ın artık umursamadığı oğulları için onun adını ebediyyen
yaşatacak üniversiteyi kurdular. Amerika`nin en önemli üniversitelerinden
birini... STANFORD`u
Ana Sayfa
|
|
|
|
|
|
|
Annem'e Dua
Sevgili
Tanrım, Artık genç değilim ve arkadaşlarımın anneleri tek tek
ölmeye başladı. Arkadaşlarım annelerinin değerini anladıklarında,
bunu onlara söyleyemeyecek kadar geç kaldıklarını dile getiriyorlar.
Benim hala hayatta olan kusursuz bir annem var. Onun değerini
her geçen gün daha iyi anlıyorum. Annem değil, ben değişiyorum.
Yaşım ilerledikçe, onun ne kadar olağanüstü bir insan olduğunu
daha iyi anlıyorum. Bu sözleri annemin kendisine söyleyemiyorum
ne yazık, oysa duygularımı kaleme almak ne kolay. Bir evlat
kendisine yaşam veren annesine nasıl teşekkür edebilir? Bir
çocuk büyütürken gösterdiği sevgiye, sabıra ve onca çabaya?
Bebekken arkasından koştuğu, asabi bir ergeni anladığı, her
şeyi bildiğine inanan üniversite öğrencisini hoşgördüğü için
şükranlarını nasıl dile getirebilir? Kızının annesinin ne kadar
akıllı bir insan olduğunu anladığı günü sabırla beklediği için
nasıl minnet duyabilir? Anne olmuş bir evlat hala kendisine
annelik yapan bir insana nasıl teşekkür edebilir? Her zaman
öğüt vermeye hazır olduğu halde, istendiğinde, ya da gerektiğinde
sessiz kalmayı başardığı için.. Binlerce kez söyleyebileceği
durumlarla karşılaşmasına karşın, "Ben sana dememiş miydim?"
demediği için.. Kendisi olduğu için.. Sevgi dolu, düşünceli,
sabırlı ve bağışlamayı bilen kendisi olduğu için, nasıl teşekkür
edebilir? Tanrım, Senden onu hakettiğince kutsamanı istemekten
başka bir şey gelmiyor elimden.. ..ve onun bana örnek olmasında,
bana yardımcı olmana şükretmekten başka. Kendi çocuklarımın
gözünde, annemin benim gözümde olduğu kadar iyi bir anne olabilmek
için sana dua ediyorum Tanrım. Bir kız evlat Ann Landers
Ana Sayfa
|
|
|
|
|
|
|
Sonbari Sevin
Biraz
geciktik degil mi ? Çok beklediniz mi ? Basimiza gelenleri bir
bilseydiniz böyle kizmazdiniz. Tam sizle bulusmaya geliyorduk
ki, kösede sonbahari gördük. Bakisakalmisiz öylece... Zamanin
nasil geçtigini anlayamadik. Sonuçta geldik iste, elimizde bir
tutam gazel... Mavinin sararmayacagini umarak ama bir yandan
da sariyi severek geldik. Merhaba!... Etrafinizdaki insanlar
var ya, yer, gök, deniz, yagmur var ya, marti, serçe, balik
var ya, umut var ya, ask var ya... Iste onlarin hepsi sizin
için. Çikin karisin kalabaliga, özgürlügün dile pelesenk edilecek
soguk bir kavramdan çok, hayatin içinde ve size bir islik mesafesinde
olan muzip bir arkadas oldugunu unutmadan, payiniza düsen sari
yapragi toplayin sokaklardan. Sonbahari sevin, yagmuru sevin,
az biraz sogugu sevin... Hava yeni aydinlanmisken agzinizdan
buharlar çikartarak, tanimadiginiz bir insana "günaydin"
demeyi sevin. Hüznü sevin ama asla mizmiz olmayin. Naifligi
abartmayin; kizmayi, sinirlenmeyi, yeri gelmisse kavga etmeyi
ihmal etmeyin. En son ne zaman pencerenizden yasadiginiz kente
alici gözüyle baktiniz ? Hadi pencerenize gidin...
Ana Sayfa
|
|
|
|
|
|
|
Sevgi Adaciklari
Eski
Ispanyol haritacilarin sevgilileri harita çizilirken,"Benim
için de bir ada çiz " derlermis. Ispanyol haritacisi da
sevgilisi için gerçekte olmayan bir ada çizermis . Eski Ispanyol
haritalarinda böyle "Sevgiliye armagan adaciklar"
olurmus . Kristof Kolomb bir deniz seferinde,haritadan anlayan
bir Ispanyol'a gemide sularin azaldigini, haritada görülen su
adacikta içme suyu bulunup bulunmadigini sorunca Ispanyol gülümsemis
"Efendim, o adanin var oldugunu sanmiyorum. Onu çizen haritaci
sevgilisine çizmistir" demis ve gerçek ortaya çikmis. Aksit
Göktürk' ün "Edebiyatta Ada" yapitini okudugumda çok
gülmüstüm. Sevgilisinden"Haritada bir ada" isteyen
Ispanyol kadini da, ona adayi armagan eden Ispanyol haritacisi
da ne güzel bir sey yapmislar. Ingiliz Krali Edward da sevdigi
kadina bir "Krallik" armagan etmistir de nice kadini
heyecandan titretmistir. Bayan Simpson için kralligindan vazgeçmesi
zamaninin Leyla-Mecnun öyküsünü yasatmistir . Çizecek haritasi
olmayanlar, vazgeçecek kralligi olmayanlar ne yapsin ? Bütün
bunlar sembol degil mi ? Haftalardir görmedigimiz bir dosta
bir kart göndermek aklimizdan bile geçmez. "Ayni kentteyiz,
nasil olsa yakiniz" diye düsünürüz ... Oysa degilizdir.
Insan insani kaybediyor. Ve bulamiyor. Ayni kentte olsa da .Ayni
semtte olsa da... Ayni evde olsa da ... Sonra da soruyoruz ...
"Neyim var, ne oluyor, eksiklik ne ?" Eksilen insan.
Ve kendimiz. Bir haritaya bir ada çizip de "Bu senin adan"
demeyi unutuyoruz. Oysa herkesin bir adasi olabilir. Denizler
öyle büyük ki. Duygulari unutuyoruz ... Düsünceleri, sevgiyi,
sözleri, dokunuslari, davranislari, dostlugu unutuyoruz... Kendimizi
beklemeye alistiriyoruz ... Sonra da neyi bekledigimizi unutuyoruz...
Eksiliyoruz. Neden eksildigimizi bilmeden...
Ana Sayfa
|
|
|
|
|
|
|
Izler
Yırtık
pırtık paltolar giymiş iki çocuk kapımı çaldı. "Eski gazeteniz
varmı, bayan?" Çok işim vardı. Önce hayır demek istedim,
ama ayaklarına gözüm ilişince sustum. İkisinin de ayaklarında
eski sandalatler vardı ve ayakları su içindeydi. "İçeri
girin de size kakao yapayım." dedim. Hiç konuşmuyorlardı.
Islak ayakkabıları halıda iz bırakmıştı. Kakaonun yanında reçel
ekmek de hazırladım onlara, belki dışarıdaki soğuğu unutturabilir,
azıcık da olsa ısıtabilirdim minikleri. Onlar şöminenin önünde
karınlarını doyururken ben de mutfağa döndüm ve yarıda bıraktığım
işleri yapmaya koyuldum. Oturma odasında ki sessizlik dikkatimi
çekti. Bir an kafamı uzattım içeriye küçük kız elindeki boş
fincana bakıyordu. Erkek çocuğu bana döndü ve "Bayan, siz
zenginmisiniz?" diye sordu. "Zengin mi? Yo hayır!"
diye cevaplarken çocuğu, gözlerim bir an ayağımdaki eski terliklere
kaydı. Kız elindeki fincanı tabağına dikkatle yerleştirdi ve
"Sizin fincanlarınız ve fincan tabaklarınız takım."
dedi. Sesindeki açlık, karın açlığına benzemiyordu. Sonra gazetelerini
alıp çıktılar dışarıdaki soğuğa. Teşekkür bile etmemişlerdi,
ama buna gerek yoktu. Teşekkür etmekten daha öte birşey yapmışlardı.
Düz mavi fincanlarım ve fincan tabaklarım takımdı. Pişirdiğim
patateslerin tadına baktım. Sıcacıktı patatesler. Başımızı sokacak
evimiz vardı. Bir eşim vardı ve eşimin de bir işi, bunlar da
fincanlarım ve fincan tabaklarım gibi uyum içindeydi. Sandalyeleri
şöminenin önünden kaldırıp, yerlerine yerleştirdim. Çocukların
sandaletlerinin çamur izleri halının üzerindeydi hala. Silmedim
ayak izlerini. Silmeyeceğim de. Olur ya; unutuveririm ne denli
zengin olduğumu...
Ana Sayfa
|
|
|
|
|
|
|
Internette Durustluk
Beni
okuyorsanız eğer, buralara kadar ulaştıysanız yani, sizin de
bu ortamda dostluk ve sevgi aradığınızı ya da er geç arayacağınızı
düşünüyorum... Örneğin okumakta olduğunuz bu dergiye emek veren
kişiler, birbirini görmeden, tanımadan sevdiler, dostluk adına
çabalarını sürdürdüler... Birbirimizi görmeden, tanımadan ve
sadece "hissederek" yürüttüğümüz dostluk ilişkisi
yaşamımızdaki diğer ilişkilerden çok farklı gelişiyor.. Gerçek
yaşamda önce fizikleriyle, giyim kuşamlarıyla, sonra da fikirleriyle
ve yaşam görüşleriyle, zihinleriyle tanışırız insanların.. Oysa
burada, sanal ortamda, önce fikirler ve görüşler ön plandadır,
birbirimizi zihinlerimizle tanırız, severiz ( ya da sevmeyiz
:) ) ve bazen de tanımak isteriz, görüşür tanışırız....Değer
verir, dost oluruz.. Çok sevdigim bir şair ve filozofun, Halil
Cibran'in sözlerini yazım süresince paylaşacağım sizlerle: "Dostunuz
size aklından geçenleri açıklarken ne 'hayır'ı ne de 'evet'i
ona söylemekten korkmayınız. Ve o sustuğunda yüreğiniz onu dinlemeyi
sürdürsün; eğer dostun senin içindeki denizin alçalacağını bilmek
zorundaysa, bırak yükseleceğini de bilsin.. Yanlızca zaman öldürmek
için aranılan dost nedir ki ? O, sizin ihtiyacınızı karşılamak
içindir, yoksa anlamsız boşluğunuzu değil.. Ve dostluğunuzun
uyumunda, bırakın kahkahalar yükselsin ve zevkler paylaşılsın..."
Bazen bu büyü bozulmasın diye, dürüst olamadığımız için, bu
tanışmayı istemeyiz. Karşımızdakinin dürüstlüğü veya bizimki.
Bir şekilde kafamızda hep dürüstlüğü sorgularız, güvenmek isteriz
yazılana, dostlarımıza.... Gerçekten o kişi mi... Gerçekten
böyle mi düşünür.O mu gerçekten bizim etkilendiğimiz, sevgi
duyduğumuz... Yoksa yalan mı bize söyledikleri... Yoksa... Yoksa...
Bize sevgiden bahseden, yüce duyguları bayrak etmiş kişi, evinde
eşini veya çocuklarını döven biri mi? En azından, insanları,
iddia ettiği kadar sevmiyor olabilir mi? Zaman içinde tanıdıkça
kuşkular başlayacaktır... Hiç kimse yalanı sürekli sürdürecek
kadar zeki değildir...Ve hiç kimse de bu yalanlara sonsuza kadar
inanacak kadar saf değil...Dürüstlük, özgürlük demektir ve özgürlük
kısıtlanmamalıdır asla... "Özgürlüğünüz, kendisine vurulmuş
olan zincirlerinden kurtulduğunda, daha büyücek bir özgürlüğe
zincir olur." Sürdürmeye çalışacağımız yalan, hatırlamak
zorunda olduğumuz uydurma kişilik en çok kendimizi rahatsız
edecektir bir gün... İnsan karşısındakini bir süre aldatabilir
belki... Hatta uzun bir süre de bunu devam ettirebilir... Ama
kendini kandıramaz, bunu hep sürdüremez. Sürdürürse, kişilik
sorunları başlayacaktır, yarattığı kahramanı yaşatmaya çalışırken,
kendisini yaralamış, hatta öldürmüş olabilir... Ne kaybederiz
oysa, ne olur boyumuz kısa veya uzun ise, zayıf veya şişman
isek... Sağlığımız yerinde veya değil ise... Eksiklerimiz varsa...
Paramız olsa veya olmasa... Veya o filmi görmemişsek, o şiiri
duymamışsak.... Ya da o ülkeye gitmemişsek...Sesimiz güzel değilse...
O konuya yabancı isek....Söylediğimiz yaşta değilsek... Manken-fotomodel
bir kadın veya atletik vücuda sahip bir erkek değilsek.. Ya
da yaşamımızda olmadığını söylediğimiz birileri varsa... Ne
farkeder dostluk adına.. Yalanların esiri olarak yaşamak ve
bir gün herşeyden kaçmaktansa, dürüst olmayı denesek dostlarımıza
ve kendimize... Yarattığımız dünyanın birgün başımıza çökmesindense...
Daha kötüsü, bir başkasının dünyasını yıkmaktansa.... "tıpkı
okyanusun sahilinde durmadan kumdan kaleler yapan ve sonra da
bir vuruşta gülerek yıkıveren çocuklar gibi. Oysa sizler kumdan
kaleler yaptıkça okyanus sahile daha çok kum yığmaktadır, ve
yaptığınız kaleleri yıktıkça okyanus sizlere gülmektedir.."
Kendine mükemmel bir kişilik yaratmak çok kolay... Zor olan,
olduğunu dürüstçe olabilmek... En acı gerçeğin bile en güzel
yalandan üstün olduğunu hatırla... Dürüstlük temelinde oturan
dostlukların daha değerli ve uzun ömürlü olacağını ta içinde
biliyorsun... Unutma,uzun vadede dürüstlük her zaman galip gelecektir...
Kendini zor olsa da, acı olsa da, kabullen... Çünkü sen biriciksin,
çok değerlisin. Sonradan acısını çekeceğin hayalleri yaratma..
"Acınız, idrakinizi kaplayan kabuğun kırılmasıdır. Nasıl
ki, bir meyvanın yüreğinin güneşi görebilmesi için kabuğunun
çatlaması gerekir, acı da sizin için öyledir. Kalbinizi güncel
yaşantınızın mucizelerine hayran tutabilseydiniz, acınız mutluluğunuzdan
daha az görkemli olmazdı. Tıpkı; tarlalarınızdan geçip giden
mevsimler gibi, yüreğinizin mevsimlerini de kabul edebilseydiniz,
Pişmanlık ve üzüntülerinizin Kış'ında çevrenize huzur içinde
bakabilirdiniz... Acılarınızın çoğu kendinizce seçilmiştir.
İçinizdeki hekimin hastalıklı benliğinizi tedavi amacıyla verdiği
tatsız ilaçtır... Bu nedenle, içinizdeki hekime güvenin ve uzattığı
devayı sükûnetle ve yatışarak için.." Karşındakine güvenmek
istiyorsan,dürüstlük arıyorsan,önce kendini güvenilir kılmalısın.
Bunun da yolu; acı da olsa, zor da gelse kendinle tanış ve bize
seni sun.. Çünkü biz seni seviyoruz, klavyenin tuşlarındakini,
sahte dostu değil, sadece ve tam da şu halinle seni...
Ana Sayfa
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|