HER ANIN GÜZELLİĞİNİ YAŞAYANLAR İÇİN……
"Farz edin ki her sabah hesabınıza 86400 Amerikan Doları kredi veren bir bankanız var, ama bir günden diğerine hiç bakiye devretmiyor.
Tutarı ne olursa olsun, kullanmadığınız bakiye miktarı her akşam iptal ediliyor.
Böyle bir durumda ne yapardınız?
Tabii ki son kuruşuna kadr çekerdiniz!!!!
Aslında, hepimizin böyle bir bankası var. Adı
Her sabah ise, iyi şeylere yatırım yapmadığınız kısmını silip, hesabınıza zarar kaydediyor. Hiç devretmiyor. Kredi miktarından bir kuruş fazla kullandırmıyor. Hergün size yeni bir hesap açıyor. Her akşam günün bakiyesini yakıyor.
Eğer günlük depozitolarınızı kullanmadıysanız, bu zarar sizindir. Geriye dönüş yok. Yarından avans çekmek yok. Bugünü, bugünkü depozitonuzla yaşamalısınız.
Ona yatırım yapın ki, size sağlık, mutluluk ve başarı olarak geri dönsün. Zaman akıp gidiyor gününüzü gün etmeye bakın!
'nin değerini anlayabilmek için sınıfta kalan bir öğrenciye sorun.
'ın değerini anlayabilmek için, premature bir bebeği dünyaya getiren anneye sorun.
'nın değerini anlayabilmek için, haftalık derginin editörüne sorun.
'nın değerini anlayabilmek için, treni henüz kaçırmış bir kişiye sorun.
'nin değerini anlayabilmek için, bir kazayı kıl payı atlatmış bir kişiye sorun.
'nin değerini anlayabilmek için, olimpiyatlarda gümüş madalya kazanan kişiye sorun.
Sahip olduğunuz her anı değerlendirin. Daha fazla değer verin, çünkü onu çok özel biriyle, zamanını harcamaya değecek kadar özel biriyle paylaştınız.
Şunu untmayın ki zaman hiç kiseyi beklemez.
Dün artık mazi oldu. Yarın ise muamma. Bugün ise avuçlarımızın içinde bize sunulmuş bir armağandır.
Dostlar nadide mücevherlerdir, şüphesiz. Sizi güldürür, başarı için cesaretlendirirler. Size kulak verir, sizinle övgü sözlerini paylaşır ve her zaman kalplerini size açmaya hazırdırlar. Uyuyamadığın, gecenin karanlığında çıldıracak gibi olduğun durumlarda seninle saatlerce oturabilir, 2 saat uykuyla yeni güne başlayabilir ve yine sana gülümseyebilir? Her ne olursa olsun Sabah güler yüzle uyan canım diyebilir ve sabah bütün kabrislerini tatlılıkla karşılayabilir...Gecenin bir yarısı şımarıklıklarını çekip belki bir dondurma belki bir çikolata için bile açık bir yer arayabilir. Parasızlığında bile hüzünlüysen yüzündeki hüznü birazda olsa silerek ufak bir tebessümü suratında görebilmek uğruna mutluysan seni şımartmak uğruna boşver biz herzamanki gibi hallederiz diyerek kapatamıyacağı borçlara girebilir. Seninle gecenin bir yarısında komşularla kavga etmek uğruna müziği son ses açarak dans edebilir, Hiç sevmediğini bildiği halde Ufak bir öpücük için bile sana her türlü çocukluğu yapabilir. Sen haftasonları uyurken mışıl mışıl sana kalkıp kahvaltı hazırlayabilir. Sen hastayken senden daha berbat bir durumda saatlerce başında nöbet tutup gülümsemen için uğraşabilir... Hep çocuk kalmak istercesine evi seninle birlikte oyuncakçıya çevirebilir, senin için önemli konularda umutsuzlğa düştüğünü farkettiğinde umudu kendi yaratmak için uğraşabilir, seninle her an birlikte olmasına rağmen sanki yıllar sonra ilk defa karşılaşmışcasına neşeyle, özlemle konuşabilir, bütün gizemlerini, üzüntülerini seninle paylaşabilir ve her acı olaydan senle birlikte gülecek bir yan çıkartabilir, onunla en kötü anında pes ettiğini hissettiğin anda bile gülecek ufak bir şey bulabilirsin, hatta günün çoğunu delirmişcesine saçma sapan şeylere kahkaha atarak geçirebilirsin, hayatta hazmedemiyeceği en önemki şeylerden biri kendisine değil sana bir şey söylenmesi olabilir. Seninle dostluk için hayatındaki bütün fırsatları hiçe bile sayabilir. Seninle biraz daha fazla zaman geçirebilmek, aynı evi aynı zamanı ve aynı yaşamı paylaşmak uğruna...Dostlarınıza ne kadar değer verdiğinizi gösterin… DOSTLAR HAYATIN ANLAMIDIR FAKAT EN ÇOK KIRILAN DA O ANLAMLARDIR.
AŞK KİM DEMİŞ SADECE BİR SEVGİLİYE OlABİLİR DOSTLUK EN BÜYÜK AŞKLARDAN BİRİDİR.. BİR GÜN ARKANIZA BAKTIĞINIZDA GEÇ KALDIK DİYEBİLECEĞİMİZ BİR ŞEY OLMASIN DOSTLUK ve ARKADAŞLIK NAMINA....
"Sevgi"
Masumi Toyotome diye bir Japon yazmış. Dünyada sevilmek istemeyen kişi yok gibidir diye başlıyor. Ama sevgi nedir, nerede bulunur, biliyor muyuz diye soruyor. Sonra anlatmaya başlıyor: Sevgi üç türlüdür. Birincinin adı "Eğer" türü sevgi. Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar. Örnekler veriyor: eğer iyi olursan baban, annen seni sever. Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim. Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim. Toyotome en çok rastlanan sevgi türü budur diyor. Bir şarta bağlı sevgi. Karşılık bekleyen sevgi. Sevenini, istediği bir şeyin sağlanması karşılığı olarak vaat edilen bir sevgi türüdür bu diyor yazar. Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Amacı sevgi karşılığı bir şey kazanmaktır. Yazara göre evliliklerin pek çoğu "Eğer" türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor. Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil, hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve beklentilere giriyorlar. Beklentiler gerçekleşmediğinde, düş kırıklıkları başlıyor. Sevgi nefrete dönüşüyor. En saf olması gereken anne baba sevgisinde bile "Eğer" türüne rastlanıyor. Yazar bir örnek veriyor. Bir genç Tokyo Üniversitesi giriş sınavlarını kazanarak babasını mutlu etmek için çok çalışıyor. Okul dışında hazırlama kurslarına da gidiyor. Ama başarılı olamıyor. Babasının yüzüne bakacak hali yok. Üzüntüsünü hafifletmek için bir haftalığına Hakone kaplıcalarına gidiyor. Eve döndüğünde babası öfkeyle sınavları kazanamadın. Bir de utanmadan Hakone'ye gittin? diye bağırıyor. Delikanlı "Ama baba vaktiyle sende bir ara kendini iyi hissetmediğinde Hakone kaplıcalarına gittiğini anlatmıştın diyor. Baba daha çok kızarak delikanlıyı tokatlıyor. Çocuk da intihar ediyor. Gazeteler intiharın anlık bir sinir krizi sonucu olduğunu söylediler, yanılıyorlardı diyor yazar. Delikanlı babasının kendisine olan sevgisinin yüksek düzeydeki beklentilerine bağlı olduğunu anlamıştı. İnsanlar "Eğer" türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı içindeler aslında. Bu sevginin varlığını ve nerede aranması gerektiğini bilmek bu genç adamın yaptığı gibi yaşamı sürdürmekle ondan vazgeçmek arasında bir tercih yapmakla karşı karşıya kaldığımızda önemli rol oynayabilir diyor Masumi Toyotome. İlginç değil mi. İkinci türe geçiyoruz. "Çünkü" türü sevgi. Toyotome bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor: Bu tür sevgide kişi bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır. Örnek mi? Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin (Yakışıklısın). Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki. Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven veriyorsun ki. Seni seviyorum. Çünkü beni üstü açık arabanla, o kadar romantik yerlere götürüyorsun ki. Yazar, Çünkü türü sevginin Eğer türü sevgiye tercih edileceğini anlatıyor. Eğer türü sevgi bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan büyük ve ağır bir yük haline gelebilir. Oysa zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz hoş bir şeydir egomuzu okşar. Bu tür olduğumuz gibi sevilmektir. İnsanlar oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır. Ama derin düşünürseniz, bu türün Eğer türünden temelde pek farklı olmadığını görürsünüz. Kaldı ki bu tür sevgi de, yükler getirir insana. İnsanlar hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman, sevenlerinin, artık ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yaşama sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer. Ailenin en küçük kızı yeni doğan bebeğe içerler. Sınıfının en güzel kızı, yeni gelen kıza içerler. Üstü açık BMW'si ile hava atan delikanlı, Ferrari ile gelene içerler. Evli kadın kocasının genç ve güzel sekreterine içerler. O zaman bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir mi diye soruyor Toyotome. Çünkü türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz diyor. Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var. Birincisi acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz korkusu. Tüm insanların iki yani vardır. Biri dışa gösterdikleri öteki yalnızca kendilerinin bildiği. İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terk ederlerse korkusu buradan doğar. İkincisi de ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa endişesidir. Japonya'da bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın yüzü patlayan kazanla parçalanmış. Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişana bozup onu terk etmiş. Daha acısı ayni kentte oturan anne ve babası, hastaneye ziyarete bile gelmemişler, artık çirkin olan kızlarını. Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne bina edilmiş olduğundan bir günde olmuş. Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış. Kız birkaç ay sonra kahrından ölmüş... Japon yazar toplumlardaki sevgilerin çoğu "Çünkü" türündendir ve bu tür sevgi, kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür diyor. Peki o zaman, gerçek sevgi, güvenilecek sevgi ne? Ve işte sevgilerin en gerçeği. Üçüncü tür sevgi benim "Rağmen" diye adlandırdığım türdür diyor yazar. Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği için? Eğer türü sevgiden farklı bu. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için Çünkü türü sevgi de değil. Bu üçüncü tür sevgide, insan Bir şey olduğu için değil, Bir şey olmasına rağmen sevilir. Güzelliğe bakar misiniz. Rağmen sevgi. Esmeralda, Quasimodo'yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına Rağmen sever. Asil, yakışıklı, zengin delikanlı da Esmeralda'ya çingene olmasına rağmen tapar. Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insani olabilir. Bunlara rağmen sevilebilir. Tabii bu sevgiyle karşılanması şartı ile. Burada insanin, iyi, çekici ya da zengin konum edinerek sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine rağmen olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor ama en değerli gibi sevilebiliyor. Japon yazar yüreklerin en çok susadığı sevgi budur diyor. Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya da ünden daha önemlidir. Bunun böyle olduğundan nasıl emin olursunuz? Hakli olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor. Şu soruma cevap verin diyor. Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz, yiyecek, elbise, ev, aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz? Kendi kendinize yaşamamın ne yararı var diye sormaz miydiniz? Devam ediyor Toyotome: Şu anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün. Dünya birden bire başınızın üstüne çökmez miydi. O an yaşam size anlamsız gelmez miydi? Diyelim sıradan bir yaşamınız var. Günlük yaşıyorsunuz. Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa, kalan hayatinizi nasıl yaşardınız? diye soruyor ve yanıtlıyor: Öyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar ya da iyice dağıtıp yaşayan ölü haline geliyorlar. Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor Rağmen sevgiyi. Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni Rağmen türü sevgiyi şu anda yaşamanız ya da bir gün bu sevgiyi bulacağınıza inancınızdır. Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome. Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var. Kimsede başkasına verecek fazlası yok? diye açıklıyor. Anlatıyor: Yakınımızda olan birinin bu sevgiyi bize vermesini bekleriz. Ama o da ayni şeyi başkasından beklemektedir. Peki bu dünyada sevgi ne kadar var. Yazara göre, açlığımızı biraz bastıracak kadar. Ve de yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi. Bu minnacık tadım, bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve teşvik ediyor. Bu minnacık tadım sevgiye ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatıyor. Büyük bir hırsla ana yemeğin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz. Hani nerede? Hepsi o. Ve asıl çarpıcı cümle en sonda. DÜNYADAKİ EN BÜYÜK KITLIK, RAĞMEN TÜRÜ SEVGİNİN YETERİNCE OLMAYIŞIDIR. IYI DÜŞÜNÜN.......... Bu yılınızı iyi geçirdiniz mi? Sağlıklı olduğunuz için hiç sevindiniz mi? Bu yıl hiç gün ışığı ile uyandınız mı? Kaç kez güneşin doğuşunu izlediniz? Bir neden yokken kaç kişiye hediye aldınız? Kaç sabah yolda bir kediyi okşadınız? Bu yıl yeni doğmuş bir bebek parmağınızı sıkıca tuttu mu hiç? Ve siz onu hiç kokladınız mı? Yaz gecelerinde ne çok yıldız olduğuna hiç şaşırdınız mı? Kendinize bu yıl kaç oyuncak aldınız? Kaç kez gözlerinizden yaş gelinceye kadar güldünüz? Yaşlı bir ağaca sarıldınız mı bu yıl? Çimlere uzandığınız oldu mu? Çocukluğunuzdan kalan bir şarkıyı söylediniz mi hiç? Hiç taş kaydırdınız mı bu yıl? Kaç kez kuşlara yem attınız? Bir çiçeği dalındayken kokladınız mı? Bu yıl kaç kez gökkuşağı gördünüz? Ya da hediye alan bir çocuğun gözlerindeki ışığı? Kaç kez mektup aldınız bu yıl? Eski bir dostunuzu aradınız mı hiç? Kimseyle barıştınız mı bu yıl? Aslında mutlu olduğunuzu kaç kez fark ettiniz bu yıl? İyi bir yılın, bunlar gibi birçok "küçük şey"e bağlı olduğunu hiç düşündünüz mü bu yıl? Yeni yılda düşünün. Yayılın çimenlerin üzerine Acele edin.... Er veya geç... Çimenler yayılacak üzerinize... Jaques Prevert
*******
"Ey Sevgili"
Söz vermiştim sana, eger bir gün mücadelemizi kaybedecek olursak ve sen ölürsen, Leman'a yazacak, Aralik 96'da Leman'a yazdigin mektubu okuyan herkese öldügünü haber verecek, bizi, sevgimizi anlatacaktim. Iste sözümü tutuyorum birtanem. Ama o sevgiyi, acimizi, mutlulugumuzu, yalnizligimizi, korkularimizi, umutlarimizi, senin en kötü zamanlarinda bile kaybetmedigin yasama sevincini, odanda oturup Allah'a seni iyilestirmesi, bizi ayirmamasi için dua ettigimiz zamanlari, birbirimize sarildigimiz, bir sarkiya dalip gittiiimiz anlari, birlikte söyledigimiz sarkilari, doldurdugumuz kaseti, Hacettepe Onkolojiyi, neredeyse tüm odalarinda kaldigin dahiliyeyi, kemoterapileri, radyoterapileri, ilaçlari, igneleri, acil servise kaldirilip ölümden dönüslerini, tüm hastalarin uyudugu, ortalligi ölüm sessizliginin kapladigi saatlerde gizlice yatagindan kalktigin, dansettigimiz hastane koridorlarini, lanet hastane gecelerini… Ankara'yi, çok sevdigimiz ve gecelerini, gündüzlerini, sinemalarini, tiyatrolarini, kaldirimlarini, parklarini, otobüs duraklarini, barlarini, kahvelerini, kitapçilarini en çokta hastanelerini yasadigimiz, paylastigimiz bu koca sehri… Universiteyi, kantini, yurtta geçen günleri, vizelere çalistigimiz zamanlari, finalleri, sinifta kaldigimizi, yine de vazgeçmeyip gülümseyisimizi, yaraticiligimiz ve emegimizle dösedigimiz her yeri seninle, benimle, dostlarla geçirilen o saatlerin güzelligiyle, sayisiz ayrinti ve aniyla dolu o evi, Burhan'in hazirladigi kahvalti ve yemekleri, bulasik sirasi kavgalarimizi, annenin bizi ziyarete geldigi ve üçümüzün birlikte Mevlana'ya gittigimiz günü, Alpin'de yedigimiz yemekleri, kpondaki gitar dinletilerini, dostlarini, Dalton çetemizin diger iki elemani Nagihan ve Esra'yi, sana sonuna dek destek olan Barbaros'u, kanimca bizimle ayni sinifta olmak için can attiikklarindan sinifta kalan Bilge, Hakan ve Fatih'i, manevi kizkardesin oldugu için hiç durmadan azarladigin, dalga geçtigin Tuba'yi, çok sevdigin ve önemsedigin ama bunu hiç bir zaman kendisine çaktirmadigin Pinar'i, Bulvar kahvenin en büyük demirbasi Oguz'u, biraz deli diye düsündügün ama çok sevdigin Ünal'i, gazeteci Cem'i, hep birgün "ben saz çalsam onlar da fakültenin bahçesinde oynasalar" diye hayal ettigin teskilat üyelerini, Mugla'daki çeteyi, kardeslerimiz Riza ve Gül'ü, Zafer'de hep tartistigimiz ve muhabbet ettigimiz amcamizi, garson Remzi abiyi, mektuplariyla bir parçamiz haline gelen Filiz'i ve digerlerini… Ve seni . O güzel dostlugunu, asiligini, bu kahpe dünyaya inat umudu hiç söndürmeyen gözlerini, bazen gözyaslarimi silen, bazen saçlarimda dolasan, bazen dudaklarima bir tebbessüm kondurmaya çalisan ve her ne olursa gelip ellerimle birlestirdigin, birakmayi hiç istemedigim ellerini, ilk kez dogum gününde bir hastane odasinda buseler kondurdugum dudaklarini ve o dudaklardan dökülen sarkilari, sözleri, siirleri, benimle, kendinle, herkesle, herseyle alay eden, gülen, sakalar yapan, fikralar anlatan, bagira çagira sarkilar söyleyen ve herkesin bildigi bu aldirmayan görüntüsünün, kisiliginin ardina gizledigin o her an aglamaya hazir, aci ve izdiraplar içindeki küçük çocugu… Ve o kisacik ömrüne sigdiramadigin hayallerini, umutlarini, sevgilerini ard arda siraladigim sözcükler karsilayacak mi bilmiyorum… Ve yaklasik iki yil boyunca belki de hayatimda bir daha asla bulamayacagim bir aski, dostlugu, kardesligi, sevgiyi paylastim seninle. Dünyada böyle bir sevgiyi o koca ömürlerinde bir kez olsun yasamadan ölen insanlar var. Ne mutlu bize ki onlardan degiliz. Üç gündür Nagihan ve Esra'yla kaliyorum. Hep seninle geçen günlerden bahsediyoruz. Kameraya çektigimiz görüntüleri izliyor, birlikte doldurdugumuz kaseti dinliyoruz. Agliyoruz yokluguna, bir fire veren daltonlar çetemize, geleck yil hep birlikte yapmayi planladigimiz tatile, bir daha tutamayacagimiz ellerine ve bundan sonra devam edecek ama sensiz olacak yasamimiza. Ve gülüyoruz yasanan günlerin güzelligine, okey partilerine, Uludag'daki yemege, dostlugumuza, aramizdan ayrilsanda hiçbir zaman tükenmeyecek sevgi ve bagliligimiza. Hatirliyor musun, iki yildir Hacettepe hastanesinde kutlamak zorunda kaldigimiz dogumgünlerini, serumlar, ilaçlar, igneler ve çektigin acilarda bile elele, iyilesmeni ve tüm o zorluklarin ardindan güzel günlerin dogmasini dileyerek söndürdügümüz mumlari… Hatirliyor musun, o saatlerce telefonda konusmalarimizi, Türk Telekom'a kazandirdigimiz onca parayi, hatirliyor musun New Kids on the Block sarkilari söyleyerek seni çildirttigim anlari?… Hatirliyor musun bazen hiçbir tedavi ve ilacin durduramadigi agrilarin karsisindaki çaresizlizimizi, yapacak birsey olmadigi için birbirimize sarilip sessiz sessiz agladigimiz günleri. Hatirliyor musun Hacettepe acil servise son kaldirildigini. Doktorlar annenlere artik yapacak birsey kalmadi demislerdi. Agliyordum. Ne demek yapacak birsey kalmadi. Hayir, sen iyilesecektin. O aptal doktorlar becerememislerdi ama bizim gücümüz, sevgimiz herseye yeterdi. Biran önce kendini toplamaliydin. , bu yil yine elele ve nihayet ikinci sinifta olacaktik. Gözyaslarimi silip tüm bunlardan habersiz yattigin odaya gelmistim ve kulagina egilip o çok sevdigin siiri okumustum: "Binlerce nedenim var yasamaya Yenmek için hergünkü ölümü Seni sevmenin mutlulugu için Yürümek için umudun ayak izinde" Sense gözlerimdeki telasi farketmis olacaktin ki, elimi tutup "Ölmeyecegim, senin için, ailem için yasayacagim. Söz veriyorum sana ölmeyecegim" demistin… O bana verdigi sözü tutamadi, çünkü kendisinden daha inatçI çIkan ve neredeyse tüm vücuduna yayIlan, sevenlerin gözü önünde onu günbegün eriten, tüm gücünü yok eden ama hiçbir zaman yasama sevincini söndüremeyen hastaligina yenildi. Hastaneden çiktiktan sonra, agrilari dayanilmaz bir hale geldi, nefes alamadigi zamanlarda kullanilacak oksijen tüpünün de büyük bir faydasi olmadi. Ama o, hep gülümsedi Ve o güzel insan, okulunu ve arkadaslarini son bir kez daha gördukten bir gun sonra, 14 Eylül 1997 günü, annesinin kollarinda yarim kalan hayalleri ve umutlariyla yasama gözlerini kapadi. Anne ve babasi kendilerinden varedip dunyaya getirdikleri, binbir emek ve sevgiyle büyüttükleri, yasamasi için, hastaligini yenmesi için büyük bir savas verdikleri, canlarinin bir parçasini, Karsiyaka'da son uykusuna yatirdilar. Içten içe haykirislarla, dayanilmaz acilarla… Ve birgün gelecek ki hepimiz seninle bulusacagiz. Kisa bir zaman diliminde yasamimin en büyük bölümünü dolduran, nice güzel anlar paylastigim sen, artik yoksun guzelim. Birbirimize söyledigimiz son söz "Seni Seviyorum"du, her zaman oldugu gibi. Bana verdigin sözü tutamadigin için sana kizmiyorum. O acilara daha fazla dayanamazdin, biliyorum. Artik acilarinin son buldugunu ve cennette oldugunu bilmek en büyük tesellim. Dün gibi geçen iki yil için, yasadigimiz her sey için tesekkürler. Sakin ola ki beni merak etme. Mutluyum, gülüyorum ve hala kimseye aldirmadan kendi dogrularimla yasiyorum. Çünkü yasamin sirri bu biliyorum… Evet ne yazik ki kansere yenildin ama verdiiin mücadeleyle, gösterdiiin cesaretle, yasama bagliliginla, son nefesine dek söndürmedigin umutlarinla, bence kazanan yine de sen oldun birtanem. "Yenilmek, ama yinede teslim olmamak… Zafer budur" Öyle sevgilim, zafer senin, sen kazandin! UCURTMAMI PAZAR GECESI UCURACAGIM UZAKLARA INAT UZAKLARA YUKSELECEGIM SEN GELMESEN DE EY SEVGILI
*******
*******
"Alo"
Telefonda hemen hemen her gün kim bilir kaç kez kullandığımız"Alo"sözcüğü,gerçekte bir sevgilinin kısaltılmış adıdır. Sevgilinin tam adi Allessandra Lolita Oswaldo'dur. Bu sevimli genç kiz,telefonu icat eden,A.Graham Bell'in sevgilisiydi. Graham Bell telefonu icat edince ilk hatti sevgilisinin evine çekmisti.Atölyesinde telefon çalinca arayanin Allessandra Lolita Oswaldo'dan baskasi olamayacagini bildiginden Graham Bell,telefonu açar açmaz "Allessandra Lolita Oswaldo" diyordu.Bell,zamanla sevgilisine,adini kisaltarak hitap etmeye basladi ve telefonu her açisinda onu "Ale Lol Os" diye karsiladi.Çalismalari uzadikça Graham Bell ,sevgilisinin adini daha da kisaltti ve ona iki heceli bir ad buldu Bu kisa ad "Alo" idi. Allessandra Lolita Oswaldo, gelistirip, tüm kente yaymaya çalistigi telefondan baska birsey düsünmeyen sevgilisinin bitmek tükenmek bilmeyen deneylerinden rahatsiz olmaya başlayınca Graham Bell'i telefonuyla basbasa birakip onu terketti.Yasli Bell,sevgilisinin bir gün onu arayacağı umuduyla telefonun basindan ayrilmadi.Kentte çekilen telefon hatlarinin sayisi da giderek artmaya baslamisti.Graham Bell'i artik baska kisiler de ariyordu.Fakat o,telefonun her çalısında kendisini sevgilisinin aradığını sanarak telefonunu "Alo"diyerek açıyor ve artık herkes"Alo" diyordu.O günlerde hemeh herkes telefonu açtiklarinda Alexander Graham Bell'in anisina saygi olarak "Alo" demeye basladı. Bugün tümümüzün kullandigi "Alo" sözcügü iste o günlerden uzanmaktadır günümüze.
*******
"Eşek"
Allah esegi yaratti ve ona dedi ki: "Sen bir eseksin. Sabahtan aksama kadar yorulmadan, yakinmadan calisacaksin ve agir yükleri sirtinda tasiyacaksin. Ot yiyeceksin, az akilli olacaksin ve 50 yil yasayacaksin". Esek cevap verdi: "50 sene böyle bir hayat icin cok cok fazla, lütfen bana 30 yildan fazla verme!". Ve böyle oldu Sonra Allah köpegi yaratti ve ona dedi ki: "Sen bir köpeksin. Insanlarin mallarini koruyacaksin, onlarin en yakin dostu olacaksin. Insanlardan geriye kalan artiklari yiyeceksin ve 25 yil yasayacaksin." Köpek cevap verdi: "Allahm, 25 yil böyle yasamak cok fazla. Bana 10 yil ver yeter". Ve böyle oldu Daha sonra Allah Maymunu yaratti ve dedi ki: "Sen bir maymunsun. Agactan agaca salinacak ve bir aptal gibi davranacaksin. Insanlari eglendireceksin ve 20 yil yasayacaksin". Maymun cevap verdi: "20 sene dünyanin paylacosu olarak yasamak cok fazla. Bana 10 seneden fazla verme". Ve böyle oldu En sonunda Allah erkegi yaratti ve ona dedi ki: "Sen bir erkeksin. Dünyada yasayacak tek rasyonel düsünen canli olacaksin. Diger yaratilmislara zekani kullanarak hükmedeceksin. Dünyayi yöneteceksin ve 20 yil yasayacaksin." Erkek cevap verdi: "Allahim erkek olmak icin 20 yil yetmez. Lütfen bana esekten artan 20 yili, köpekten artan 15 yili ve maymunun 10 yilini ver." Allah bunu kabul etti ve erkek 20 yil erkek olaraki yasadi sonra evlendi ve 30 sene esek olarak sabahtan aksama kadar calisti ve agir yükler tasidi. Sonra cocuklari oldu ve 15 yil köpek gibi yasadi, evi korudu, aileden artanlari yedi. Sonra ilerleyen yasinda 10 yil maymun olarak yasadi. aptal gibi davrandi ve torunlarini eglendirdi.
********
Bir papatya tarlası düşün... İlkbahar ayı. Ve sen onun yanından gecen yolda yürüyorsun. Ve o papatya tarlasında bir papatya dikkatini çeker. Binlercesinden birisidir, ama sen onun yanina gidersin. Onda seni çeken bir şeyler vardır. O papatyayı olduğu yerden koparırsın. Sadece senin olsun istersin. Sadece senin…Öleceğini düşünmeden ve gidersin o tarladan. İçindeki şiddetin durduramadığı bir bencillik ama bir o kadar güzel ve hapsedici. TUTKU bu olsa gerek...
Yine o tarlanın kenarındaki yolda yürüyorsundur. Yine milyonlarcası arasında bir tanesi seni çeker. Yaklaşırsın yanına. Gözlerin başkasını görmez olur o an. Onun için herşeyi yapmak istersin. Dokunmak istersin. Dokunamazsın, orda onunla ölmek istersin. Ama birden hafif bir rüzgar eser ve bir başka güzel çiçek kokusu gelir burnuna. Dayanamazsın onun kokusuna. Unutturur herşeyi bir anda ve o kokunun geldiği yöne gidersin. Diğer papatya orda kalmıştır. Yüreğinin bir kenarında. Paylaşılmamıştır birçok şey. Unutulmaz belki ama geri de dönülmez ona. ASK bu olsa gerek...
Yine o yoldasın. Papatya tarlasının yanından geçen... Ve yine bir papatya milyonlarcasının içinden seni çeker. Gidersin yanına. Orda kalakalırsın. O hiç ölmesin diye her şeyi yaparsın. Tüm gücünle onunla olmak istersin. Oradan seni koparacak hiç bir güç olmadığına inanırsın. Ve orda onunla ölene kadar birlikte kalırsın. SEVGI bu olsa gerek...